Avrupa’nın dili tatlı mı?

Avrupa’nın dili tatlı mı?

Ne kadar canlı bir toplumuz, siz de farkında mısınız? Gündemimize düşen bir konunun ömrü bazen o kadar kısa oluyor ki zaman zaman takip etmekte zorluk çekiyoruz. İşin aslını anlamak için gayret sarf ederken, bakıyorsunuz, gündeme bir başka konu yerleşmiş. İyiye alâmet bana sorarsanız… Tartışan bir toplum olmanın kıymetini ve bundan doğacak sinerjiyi, ya da daha güzel bir ifadeyle bereketi önemsemek lazım.

Bu hafta seçim barajı düştü gündeme. Kamuoyu durup dururken barajın niçin gündeme geldiğini anlamaya çalışıyor. ‘Yoksa yine bir seçim kumpası mı?’ sorusu ister istemez kafaları karıştırıyor. Siz bu yazıyı okuyana kadar belki daha farklı bir tartışma bizi meşgul eder hale gelecek. Bedelli askerlik mesela… Bu işin olumlu yanlarını da dile getiren olacak olumsuz yanlarını da…

Haftalık yazılar biraz geriden gelse de gündemle birlikte biraz daha kalıcı konuları ele almak durumunda kalıyor.

Geçtiğimiz hafta beni aktüel konular kadar iki farklı toplantıda konuşulanlar da ilgilendiriyordu.

İstanbul’da düzenlenen Türkiye-İngiltere Tatlıdil Forumunda, etrafımızdaki coğrafyada olup bitenler yatırıldı masaya. Üç farklı salonda yapılan toplantıların konu başlıkları değişik olsa da konuşmalar Rusya, enerji ve Suriye odaklı cereyan etti. İngilizlerin en çok merak ettikleri konu, Türkiye’nin nasıl bir gelecek hayal ettiğiydi.

Dışişleri Eski Bakanı Yaşar Yakış’ın öncülük ettiği bu Forum, Türkiye ve İngiltere’den siyasetçi, bilim adamı, gazeteci, diplomat, bürokrat, pek çok kimseyi bir araya getiriyor. Çok canlı bir tartışma ortamı hâsıl oluyor.

Dinleyici olarak katıldığım toplantıların birinde Ukrayna krizi, enerji meseleleri ve bölgesel sorunlar ele alındı. Kırım meselesinde Rusya’nın takındığı tavır bir korku salmış etrafa.

Benim konuşmacılardan biri olduğum oturumu İngiltere’nin eski Ankara Büyükelçilerinden Sir David Logan yönetti. Kafkaslardan Balkanlara pek çok konunun ele alındığı bu oturumda bölgesel sorunlara bakış açımızı özetledim. İngiliz dostlarımıza, nazikçe, Rusya ile doğrudan sınırımız olmasa da Karadeniz dolayısıyla aynı bölgede bulunmanın getirdiği fırsat ve zorlukları hatırlattım. Enerji güvenliği kavramının zihinlerde ne kadar yer işgal ettiğini de bu toplantı vesilesiyle bir daha gördüm. Petrol ve doğal gaz iletim hatlarının dünyada nasıl ses getirdiğini anlamak için bu tür toplantılar faydalı oluyor.

Hem konuşmacı olduğum toplantıda hem dinleyici olarak katıldığım diğer oturumlarda Türkiye’nin AB üyeliği de geldi gündeme. Onlara ‘iki hususu birbirinden ayırın lütfen’ dedim. ‘Türkiye’nin AB üyesi olma arzusu devam ediyor, fakat AB standartlarına sahip olma arzusu üye olma arzusundan daha baskın’ diye hatırlattım. Cumartesi günü gerçekleşen toplantının bir gün öncesi akşam verilen ‘hoş geldiniz’ yemeğinin konuk konuşmacısı Abdullah Gül idi. Bu konuşmaya yetişemedim. Cumartesi akşamı verilen yemeğe ise Tayyip Erdoğan ve York Dükü Prens Andrew birlikte katılıp birer konuşma yaptılar.

Bu ara yolum Roma’ya sık düştü. Önce AB Parlamentosu ile ortaklaşa yürüttüğümüz Parlamentolararası Değişim ve Diyalog çerçevesinde ziyaret etmiştim Roma’yı. Bu ziyaret sonrası intibalarımı sizlerle “İtalya’nın Sıcak Yüzü” adlı bir yazıyla paylaşmıştım.  Daha sonra İtalya’nın AB Dönem Başkanlığı vesilesiyle Roma’da bir programa katılmış ve bu ziyaretten de kısaca “Bir Ak Parti Geleneği: İstişare” başlıklı yazıda bahsetmiştim.

Şimdi yine Roma’dayız. Maraş milletvekili Yıldırım Ramazanoğlu, Bursa milletvekili Aykan Erdemir ve AB Komisyonu uzmanlarından Fatih Çelebi’den oluşan heyetimiz İtalya’nın dönem başkanlığı biterken Avrupalıların sorunlara nasıl baktığını görme fırsatı bulmuş oldu.

Avrupalılar oturup kalkıp ekonomi ve finans dünyasındaki krizi atlatmak için ne yapmaları gerektiğini konuştular. İtalya’nın henüz kırkını doldurmamış genç Başbakanı Matteo Renzi’nin kendinden emin tavırlarıyla yaptığı konuşma dikkatle izlendi. İtalya siyasetinde Berlusconi hala iddia sahibi olmak için uğraşıyor. Pek çok vergiyi kaldırma vaadinde bulunduğu sokak afişlerinin fotoğrafını çekmediğim için şimdi kendime kızıyorum.

COSAC adıyla bilinen bu toplantılarda bu sefer AB’nin 2020 stratejisi, özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinin Ukrayna ve Kırım derslerinden çıkardıkları Rusya korkusu vardı. Doğu Avrupa ve Akdeniz politikaları ve Suriyeli mülteciler de gündeme gelmedi değil. Pek çok konuşma talebi dolayısıyla bir dakika ile sınırlanan konuşmalarımızda, heyet olarak, AB Komisyonu Başkanı Juncker’in beş yıl genişleme yok şeklindeki sözlerini eleştirmekten geri kalmadık. Akdeniz’deki doğal kaynaklardan azami faydanın, iletim hattının Türkiye’den geçmesiyle mümkün olacağını hatırlattık. Sonra da ilave ettik: “Gelin bu hususu Kıbrıs için barış ve çözüm vesilesi yapalım.”

Roma güzel şehir. Bizim Kültür Bakanlığı bünyesinde görev yapan bütün Koruma Kurulu üyelerini elimden gelse Roma’yı görmeye mecbur ederim. Ha, bir de TOKİ yönetimini…

 

 

Join the discussion