Denetlenmek güzeldir…

Denetlenmek güzeldir…

Eskiler murakabe derlerdi denetim için. Manasında insanın iç dünyasına ait çağrışımlar da vardır.

Denetimin ne kadar önemli olduğuna dair son örnek Galatasaray Futbol Kulübünün Avrupa Kupalarından bir yıl süreyle men edilmesiydi. Doğrusunu isterseniz bu spor işlerinden çok anlayan biri değilim. Fakat haberlerde mali denetim sonucu böyle bir karar alındığını duyunca kulak kesildim. Demek ki Avrupa Futboluna yön veren UEFA, kulüpleri mali bakımdan denetliyor ve gerekirse bazı müeyyideler uyguluyor. Zaten Galatasaray Kulübü de bundan bir yıl kadar önce yaptığı açıklamada şöyle demiş: “UEFA sistemine spor şirketleri, dönemsel olarak çeşitli mali veriler girmekte ve bu mali veriler UEFA tarafından çeşitli şekillerde incelenebilmektedir.” Anlaşılan Galatasaray bu denetimi aşamadı. Elbette bu kararı tanımıyorum demek durumunda değil Galatasaray.

Denetlenmek güzeldir diyesim geliyor. “Kirlenmek güzeldir” diyen reklamı hatırlıyorsunuz değil mi? Tabii, sonunda yıkanmak varsa kirlenmek güzeldir. Kirli gezmek güzel olacak değil ya… Denetlenmek de eğer sonunda ortaya çıkacak sonuca razıysanız ve onun gereklerini yerine getiriyorsanız güzeldir.

Denetim sadece spor alanında değil elbette.

Biliyorsunuz demokratik sistemlerde siyasi denetimi halk yapar. Seçimden seçime bu denetim mekanizması işler. Bizde pek işlediği söylenemez ya, neyse artık… Siz hiç duydunuz mu halkın denetiminden geçemeyen parti yönetimlerinin özür dileyip görev bıraktığını? Burada denetimden maksadı ister iktidar olmak olarak tanımlayın, ister oyları artırmak şeklinde… Sizin bileceğiniz iş…

Hukuki denetim bağımsız yargının işidir. İdare, bağımsız yargıyla birlikte teamül ve gelenekler üzerinden toplumun denetimine tabiidir. Önemli olan evrensel kriterlere rıza gösterip göstermemektir. Hukuk kurallarının uygulanmasında ve bağımsız yargının teşkilinde evrensel kriterler değil başka kaygılar öne çıkarsa denetim, denetim olmaktan çıkar.

Ahlaki denetimi toplumun gelenek, teamül ve kuralları yerine getirir. Toplumsal yaptırım bu denetimin en önemli ögesidir. Katillerin, hırsızların, ahlaksızların, yardakçıların, dalkavukların dışlanmadığı bir toplumun geleceği karanlıktır…

Bu denetimler kadar insanın kendi kendini denetlemesi de çok önemlidir. Herkes bir tür denetim şekline sahiptir. Referansını dinden alır, etik kurallardan alır, ama bir yerden alır. Bir Müslüman için beş vakit namaz beş vakit denetim demektir. İnsan her namazda Allah ile akdini yeniler, ona söz verir. Ne sözü verdiğini izaha gerek yok sanırım. Namazda harika bir incelik var. Sadece bir kere “Allaha inandım ve söz verdim” demek yetmiyor. Galiba Kuran’daki “insan zalim ve cahildir (33/72)”,yani “insanoğlu zulüm ve haksızlık yapmaya yatkındır” sözü insanın bu tarafına da işaret ediyor.  Onun için de Allah, insanı zalimlik ve cehaletten korumak adına her gün beş kere buluşalım diyor. Büyük haksızlıklar yapanlar arasında beş vaktini kaçırmayanlar var, onları ne yapacağız? Hadi bilin bakalım, niçin var böyleleri? Ben namaz kılanlardan söz ediyorum, eğilip kalkanlardan değil…

Hem sonra Allah Resulü bizi kendi kendimizi denetlemek konusunda uyarıyor: “Hesaba çekilmeden kendinizi hesaba çekin” diyerek denetimi kendi kendimize vakitlice yapmamızı öğütlüyor. Tasavvuf ehlinin insanın kendi nefsiyle mücadelesini ne kadar önemsediğini bilirsiniz… Bu da bir denetim şekli değil mi?

Hoca efendiler bana kızar mı acaba böyle işlere karıştığım için? Canım her zaman karışmıyoruz, bir kereden ne olur ki… Hem sonra yukarda hukukçuların işine de burnumuzu sokmadık mı? Biraz hoş görseler olmaz mı?

Latifenin sırası değil diyenlere itiraz edecek değilim. Örnek çok bu denetim konusunda…

Avrupa Birliğinin Türkiye’yi oyalamasına kızanlar, “kriterleri yerine getirelim ama Birliğe üye olmayalım” diyorlar. İlk bakışta doğru görünüyor. Sonra kim denetleyecek süreci? Bir denetim mekanizması olmadan Avrupa Birliği kriterlerinin sürekliliğini sağlamak mümkün değil. AB’nin her yıl Türkiye için hazırladığı İlerleme Raporları da bir çeşit denetim mekanizmasının eseridir.

Bu denetim işi Anayasa Mahkemesinin son kararıyla bir kere daha gündemimizi meşgul etti. Hukukçuların işine daha fazla karışırsam beni sosyal medya tetikçilerine teslim ederler ama şu kadarını söylemem lazım. Bu bireysel başvuru işini biz bilerek isteyerek 2010 Anayasa Referandumu ile getirmedik mi? Mahkemenin kararları herkesin hoşuna gitmeyebilir. Eleştirilmesi de tabiidir. Aslında biz 2010’dan önce daha önemli bir hukuk devrimine imza atmıştık. Yıl 2004. Hatırlayın lütfen, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla bizim mevzuat ters düşerse, milletlerarası antlaşmaları esas alacağımızı Anayasanın 90’ıncı maddesinde karara bağlamamış mıydık? Birçok kararın AİHM yerine Anayasa Mahkemesinde kararlaştırılıyor olması Türkiye’nin hukuken öngörülebilir ülke olmasına büyük katkı yapıyor.

Gelelim Can Dündar meselesine… Ben 17-25 Aralık’tan hemen sonra 2014 yılındaki MİT TIR’ları işinin 2015 Haziran seçimleri öncesinde haberleştirilmesinde iyi niyet görmüyorum. Ak Parti düşmanlığının işi nerelere vardırdığına da iyi bir örnek bu.

Her devlet örtülü operasyonlar yapar. Bunlara müdahil olmak ve olan bitenin ortalara saçılmasına sebep olmak ihanetle eşdeğerdir. MİT’e ait TIR’larla ilgili işin aslını anlamak isteyenler için Yıldıray Oğur’un dört gün süren yazıları Türkiye Gazetesinin internet sitesinde hazır bekliyor.

Anayasa Mahkemesinin kararına gelince… Dedim ya, ben hukukçu değilim. Kararın eleştirilmesi normaldir. Fakat kurumlarımızın izzetini korumak gerekir diye düşünüyorum.

Denetlenmek güzeldir vesselam…

Join the discussion