Yetişmiş insan kaynağı ve Kanal 35’in hikâyesi

Yetişmiş insan kaynağı ve Kanal 35’in hikâyesi

Bir ülkenin kalkınmasında ve gelişmesinde en önemli unsur insan kaynağıdır. Bu bakımdan nüfusun büyüklüğü önemlidir. İkinci husus bu nüfusun eğitim durumudur. Yetişmiş insan kaynağı bakımından zengin olan ülkelerin yarışta öne çıkacakları açıktır.

Benim bir kaygım var. Son kararname ile kamu görevinden çıkarılan yüz bine yakın kişinin acaba kaçı iyi yetişmiş insan cümlesindendir? Keşke bu yüz bin kişinin içinden geçenleri okuyabilen bir makineye sahip olabilseydik… Sanırım kahir ekseriyeti FETÖ kalkışmasını tasvip etmeyecektir.

Bu kişilerin önemli bir kısmı yıllardır Ak Parti anlayışının yetişmesi için gayret sarf ettiği kimselerdir. Yetişmiş insan kıyımına yol açacak her şeyden kaçınmak gerekiyor.

Türkiye’de işini iyi yapamayanların başvurduğu yollar az değil. Bunlardan biri FETÖ soruşturmasında ortaya çıkıyor. Titiz bir incelemeyle asıl hainleri ortaya çıkarmak varken önüne gelen herkese FETÖ damgası vurmak ve toptancılığa kaçmak kolaycılığa sapmaktır. FETÖ davasını da Ergenekon gibi sulandırmak isteyenler olacağı açık değil mi? Bu hainlerin Türkiye’ye yaptıkları yanlarına kalmamalı. Hukuki olarak ilerde ortaya çıkacak ve bizi çok yoracak adımlardan kaçınmak zorundayız.

İsterseniz önce FETÖ ile mücadelede göz önüne alınabilecek hususları sıralayalım.

  1. Örgüt üyesi olmak (Nasıl tespit edileceği ayrı mesele)
  2. 17 Aralıktan sonra mali destek anlamında bir faaliyet içinde olmak
  3. FETÖ ile ilişkili sendika ve derneklerde 17 Aralık sonrası faaliyette bulunmak
  4. FETÖ’nün haberleşme şebekesine dâhil olmak (ByLock gibi programlardaki yazışmalarda gizli işlere kalkışmış olmak)
  5. MASAK raporlarıyla örgütle 17 Aralık sonrası ilişkisinin sabit olduğunun belgelenmesi
  6. Müşahhas delillere sahip istihbarat raporlarının mevcudiyeti. Bu noktada istihbarat raporlarını hazırlayanların da titiz bir incelemeden geçirilmesi gerektiğini not edelim. Vaktiyle her yere yerleşen FETÖ’cülerin kasıtlı raporlarıyla iş yapma tehlikesi olduğunu MİT ve diğer istihbarat birimlerinin de hatırlaması gerekiyor. At izini it izine bilerek karıştıranların maksadı Cumhurbaşkanımızı ve Hükümeti yıpratmaktan başka bir şey değil…
  7. Sosyal medya geçmişinde 17 Aralık sonrası metinlerin durumu
  8. Görevindeki terfi ve tayinlerde FETÖ gayreti alametleri
  9. FETÖ yayın organlarında 17 Aralık sonrası ısrar
  10. FETÖ okullarında 17 Aralık sonrası uzun süreli ısrar

Bu saydığım hususlar hukuku zorlayacak bir anlayışla ele alınmamalı. Yarınları düşünmek zorundayız. Hukuk ve demokrasinin önceliklerimiz olduğunu uygulamalarımızla da ortaya koymak gerekiyor.

Benim de yakın arkadaşım olan Prof. Dr. Nurkan Yağız, İstanbul Üniversitesi’nden atıldı. FETÖ ile hiçbir ilişkisi yoktu. Aksine onlarla mücadele etti. İstanbul Üniversitesi’ndeki Rektör Yardımcılığında personel işlerine de bakardı. FETÖ ile mücadelesi o zaman da biliniyordu. Onlara hiçbir zaman taviz vermedi. Adamlarını üniversiteye yaklaştırmadı. Belli ki onun cezasını çekiyor şimdi. Birileri kripto FETÖ eliyle intikam peşinde. Merak ediyorum hakkında kimler nasıl düzmece raporlar hazırladı acaba? Başka bir merak konusu daha var: İstanbul Üniversitesinin yöneticileri bilmiyorlar mı durumu? Anlaşılır gibi değil.

Hayretimi mucip olan başka bir olay da Türkiye Büyük Millet Meclisinde cereyan etti. Uyum Komisyonu Başkanı olduğum sırada çeşitli uzman ve uzman yardımcıları Komisyonda görevlendirilmişti. Bunlardan üçünün atıldığını duydum. Fatih Çelebi, Nezihe Fazilet ve Alper Emre Aydilek. Üçünün de FETÖ ile hiçbir bağlantısı yok. Birileri Meclisten iyi yetişmiş çocukları atmaya çalışıyor galiba. Bir ara Fatih Çelebi’yi Meclis Başkanı İsmail Kahraman’a özel kalem müdürlüğüne almasını söylemek bile geçmişti aklımdan. Yıllardır tanıdığım İsmail Kahraman hep böyle nesiller yetişsin diye gayret etti. Şimdi böyle insanlar atılıyorsa onun da bu işte sorumluluğu var. Kurumuna hâkim olmak zorunda. Yoksa ömrü boyunca şüpheyle yaklaştığı MİT raporlarına şimdi gözü kapalı onay mı veriyor?

Benim de bir yakınım atıldı. Bunu bir önceki yazıda dile getirdim. Yukarda sıraladığım on maddeden biri olsaydı onun üstünde, “ne çare, yapmasaydı” derdim. Hiçbiri mevcut değil. Kim nasıl raporlar uydurdu, neye dayanılarak böyle bir karar alındı, bilemiyoruz. Belli ki iftira var ortada.

Bir de Halil Mezik Hocanın İzmir’de FETÖ davasından gözaltına alınıp tutuklanması var ki akıllara zarar. Daha sonra tahliye edilen bu zarif insanın onlarla ne ilişkisi olabilir? Hutbe ve vaazlarını dinleyenlere teşekkür edecek kadar insan ilişkilerini zirveye çıkarmış bir bilgenin herkesi ve her şeyi istismarda sınır tanımayan FETÖ’cülerle bir münasebeti olamayacağını bilmemek için acaba nasıl bir anlayışa sahip olmak gerekir? Bu ne aymazlıktır?

Kanal35’in hikâyesi

Gelelim Kanal 35 meselesine. Biraz eskiye gitmemiz lazım. On sene kadar önceydi. TMSF, bünyesinde İzmir TV adlı televizyonu da bulunduran bir şirkete el koymuştu. O zamanki TMSF Başkanı Ahmet Ertürk’ü arayarak ‘televizyon için güvenilir birini arıyorsanız yardımcı olabilirim’ dedim. Neticede elektronik mühendisi Fatih Yıldırım iş başı yaptı. Fatih Bey, İzmir TV’yi derleyip toparladı. Bizim camia ilk defa o zaman İzmir’de yayıncılığın tadına vardı. Bu tadın maddi anlamda olmadığını belirtmeme gerek var mı, bilmiyorum. TMSF televizyonu satmak için ihaleye çıkacaktı. Ben, çoğu o zaman Ak Parti İzmir İl Yönetiminde bulunan arkadaşlarıma ‘bir şirket kurarak ihaleye girelim ve yayın hayatına atılalım’ dedim. İsimlerini burada saymak gerekmez, bir grup arkadaşımızın fedakârlığı ile ihaleye hazırlandık ama karşımızda esaslı iki rakip vardı. Turgay Ciner ve Aydın Doğan. Yanılmıyorsam 3 milyon dolara Turgay Ciner’de kaldı televizyon. Galiba Dünya Futbol Şampiyonasını yayınlayabilmek için İzmir TV’nin uhdesinde bulunan Kanal 10 markasına ihtiyacı varmış.  Bizim aklımızdan geçen rakam 500 bin dolar civarındaydı. Bu şirkete arkadaşlarımın ısrarları üzerine kurucu ortak olarak çok sembolik bir oranda, galiba %3, ben de katılmıştım.

Bu defteri kapatmak üzereydik ki ‘niye biz kendi televizyonumuzu kurmuyoruz’ deyip yeniden harekete geçtik. “Biz Tv” adıyla kurduğumuz ve uydudan yayına başladığımız televizyon yeterli reklam alamayınca sermayedarların desteğine ihtiyaç duydu.  Daha sonra hisselerin nerdeyse tamamı Ahmet Küçükbay’a geçti. Ben de zaten para koymadığım hissemi devretmek istedim, fakat Ahmet Bey, “Hocam seninki kalsın” dedi. Israr etmedim. Televizyonun adı Kanal 35 olarak değiştirildi. Artık söz sahibi bütünüyle Ahmet Küçükbay olmuştu. Nurettin Memur da genel müdür oldu.

Bu televizyonda kurulduğu günden kapatıldığı güne kadar iktidar aleyhine hiçbir sistematik yayın yapılmadı. Kapatılması da 15 Temmuz hainliğinden bir ay sonra oldu. Konak’taki demokrasi nöbetini bütün İzmir, Kanal 35’ten izledi.  FETÖ yanlısı bir yayın kapının önünden bile geçmedi, 17 Aralık’tan önce de sonra da… Nurettin Memur yayın politikası sebebiyle değil yönetim anlayışındaki farklılıktan dolayı ayrıldı Kanal 35’ten. O ayrıldıktan sonra da yayın politikası değişmedi.

Biz bu televizyonu kurarken buranın camiamız için bir okul olmasını hayal etmiştik. İzmir’deki tek yanlı yayın hayatına bir çeşni katmaktı maksadımız. Bu anlamda Ak Parti üst yönetiminden de destek göreceğimizi düşünmüştük. Bu destek arzusu vardı fakat pratiğe dönüşemedi. CHP’li belediyeler diğer yerel televizyonları destekleyerek açık bir CHP sesi haline gelmelerini sağlıyor,  Kanal35’e bakmıyorlardı bile.

Şimdi bu televizyon ve şirket Ahmet Küçükbay bahane edilerek kapatıldı. Yazık oldu. Unutmayalım ki Ahmet Küçükbay, Ak Parti İzmir İl Teşkilatının başı her sıkıştığında maddi destek için başvurduğu bir isimdi. Başbakan Binali Yıldırım’ın arzusuna ‘elbette’ demiş ve Ak Parti İzmir İl Başkanlığı senelerce Küçükbay’ın sahibi olduğu binada bir kuruş ödemeden faaliyet göstermişti. Küçükbay şimdi tutuklu. Onun pişmanlığını bilen çok. Yargı süreci devam ettiği için daha fazla bir şey söylemem doğru olmaz. Beni ilgilendiren kısmı Kanal 35 idi.

Son bir nokta daha.  Gülen Grubu vaktiyle Kanal 35’in kendilerine bedelsiz devredilmesi için Küçükbay üzerinde ağır bir baskı tesis etmişti. Bunu vaktiyle benim de öğrencim olan Hidayet Karaca eliyle yapıyordu. Bir ara zaten kâr etmeyen ve kendisine külfet gibi gelen bu Televizyonu Ahmet Küçükbay da devretme niyeti göstermişti. O zaman benim ve Nurettin Memur’un “devredersen seni daha büyük bir külfet altına sokarlar” yollu ikna çalışmalarımız sonuç verdi ve bu devir işleminden vaz geçildi.

Kısacası yazık oldu Kanal 35’e. 51 kişi de işsiz kalmış oldu. Oysa şirket ve televizyon kapatılmayabilir ve TMSF’ye devredilebilirdi. Hala bu imkân var. Bu yazının yayınlandığı Haber 35 internet sitesinin Kanal 35 ile hiçbir ilişkisi olmadığını da not edelim.

Başbakan Binali Yıldırım ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın olaylara yaklaşım biçimleri ümit verici. Yanlışlıkların düzeltileceğini ummak için yeterince işaret var. Yukarda değindiğim gibi at izini it izine bilerek karıştıranların tespiti en hayati mesele.

İnsan kolay yetişmiyor… Kurumlar kolay ortaya çıkmıyor.

 

Join the discussion