Bir âlim daha göçtü: Prof. Dr. Ahmet Nuri Yüksel

Bir âlim daha göçtü: Prof. Dr. Ahmet Nuri Yüksel

Bu başlığı görse tevazuundan bana kızardı muhtemelen. Gerçek bir âlimdi. İşinin divanesi, sevdalısı, hatta mecnunu bir Hocaydı. Sadece bir uçak mühendisi değildi, uçak etrafında Türkiye’nin maddi ve manevi anlamda bir oluşa ermesi için ne yapılması lazım geldiğini etraflıca düşünen, anlatan, konuşan, yazan, çizen, koşturan, dertlenen bir âlimdi. 1 Aralık Cuma günü 82 yaşında vefat etti. Aslında önemli bir rahatsızlığı yoktu, fakat Allah ona, kalb krizini bize bahane diye göstererek, abdest aldıktan hemen sonra seccade istikametindeyken davetiye çıkarmış ve rahmet halkası içine dâhil etmiş.

Ben Prof. Dr. Ahmet Nuri Yüksel ile Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre arasında hep bir benzerlik bulurum. İkisi de mühendisti. Benim de İstanbul Teknik Üniversitesi’nden hocam olan Ahmet Nuri Yüksel uçak, Ahmet Yüksel Özemre ise nükleer enerji mühendisiydi.

Biri Türkiye’nin uçak macerasının, diğeri nükleer enerji macerasının simge ismiydi. Bundan iki yıl kadar önceki bir yazıda Türkiye’nin nükleer enerji macerası ve Ahmet Yüksel Özemre hakkında kısa da olsa bir şeyler yazmıştım. İkisine de rahmet diliyorum.

Prof. Dr. Ahmet Nuri Yüksel Hocayı 1969 yılından beri tanırım. O yıl girmiştim İstanbul Teknik Üniversitesi’ne. O zamanki adlandırma ile Uçak Şubesinde idim. İyi bir talebe olduğum söylenemezdi, zira bir grup arkadaş vaktimizin çoğunu MTTB bünyesindeki faaliyetlere ayırıyorduk. Ara sıra da Abdullah Gül ile birlikte rahmetli Rifat Besceli nezaretinde Çemberlitaş’ta Milliyetçiler Derneği’ne takılıyor, oradaki sohbet ve musikiden de zevk alıyorduk. Ben Ahmet Nuri Hoca’yı Milliyetçiler Derneğinde tanıdım. Daha sonra Üniversitede hocam oldu ve kendisinden muhtelif dersler aldım. Milliyetçiler Derneği’ne İTÜ İnşaat Fakültesinden Prof. Ferruh Müftüoğlu Hoca da geliyordu. Ahmet Nuri Hocanın kardeşi Rifat Yüksel, Ahmet İyioldu, Vehbi ve Burhanettin Erdebil, Mustafa ve Hadi Uzun, Ekrem Bektaş, Prof. Sadettin Ökten ve Prof. Fehim Üçışık, Şakir Yücel, Yusuf Uğurlu, Mustafa Miyasoğlu, Bekir Oğuzbaşaran ve neyzen Ömer Erdoğdular gibi şahsiyetler Derneğin müdavimlerindendi. Fethi Gemuhluoğlu da ara sıra Milliyetçiler Derneği’nde görünürdü. Ahmet Nuri Hoca, Fethi Beyi saymazsak Derneğin abisi sayılırdı. Bu ekibin Marmara Kıraathanesindeki sohbetleri de cezbederdi bizi. Ziya Nur Aksun, Erol Güngör ve tabii Sezai Karakoç da orada dinlediğimiz şahsiyetlerdi.

Ahmet Nuri Hocanın Uçak İnşaatı adı ile verdiği ders doğrusu o zaman için beni bir hayli zorlamıştı. Bunda en büyük faktör tabiri caizse ‘vatan kurtarma’ işini derslerin önünde görerek derse devamdaki ihmalimdi. Daha sonraları mezuniyet tezimi bu çerçevede yaparken işin önemini daha iyi kavramıştım. “Bazı parametreleri verilen bir uçağın hesabı” gibi bir başlık altında bir uçağın nasıl inşa edilebileceğinin ön hesapları çıkarılıyordu. Ahmet Nuri Hoca’yı Üniversitedeki odasında bu sebeple bulmamız gerekiyordu. Hoca, tasarım kelimesinin dizayn kelimesini tam karşılamadığını söylerdi. ‘Dizayn’ kelimesi Türkçeye ‘hesap ve inşa’ olarak çevrilebilir, oysa tasarım kelimesi hesap keyfiyetini ihtiva etmez ve daha çok ‘deskriptiftir’ derdi, yani geometri var fakat hesap yok içinde diye ilave ederdi. Bunu daha sonra yazdığı metinlerde bir hayli vurgulu olarak tekrar görüyoruz. Türkçeyi çok iyi kullanırdı, ifade kudreti hayli yüksekti.

Onu bir de hava tünelinde yaptırdığı deneylerde bize kanat profillerinin aerodinamik özelliklerini anlatırken görmeliydiniz. İşini iyi yapan insan örneğini ben Hoca’nın şahsında örneklendiririm.

Hayatında iftihar edeceği işlerden biri olarak Ötüken Neşriyatın kuruluşunu gösterirdi. Geçenlerde çıkan Rasim Cinisli’nin “Bir devrin hafızası” adlı hatıratında Ötüken’den de bahsediyor Rasim Bey ama kurucuları arasında Hoca’nın adını zikretmiyor. Bunu Hocanın en yakın dostlarından Ahmet İyioldu’ya sordum. Zira ben Hoca’nın anlatmasıyla biliyordum ki Ötüken onun için çok önemliydi. Ahmet Bey, ‘Rasim Cinisli unutmuş olmalı’ diye cevap verdi bana. Ötüken’in ilk kitabı Üstad Necip Fazıl’ın Reis Bey adlı tiyatro eseriydi. Ahmet Nuri Hoca kitap, kültür, sanat işlerini önemserdi, bu sebeple çocuklarının Bilge Kültür Sanat adlı bir yayınevi kurmasını da teşvik etti.

Ahmet Nuri Hoca’nın en büyük ideallerinden biri Türkiye’de gerçek bir uçak sanayiinin kurulması idi. Bu konudaki gayretleri saymakla bitmez. İTÜ Uçak Fakültesi Dekanı iken kurduğu bir ekiple Ar-Ge çalışması da diyebileceğimiz orijinal bir dizayn gerçekleştirmek ve bu işin usul ve esasını ortaya koymak için çok gayret etti. Onun bütün derdi kopyadan uzak, bu işin gelecekteki esasının temellerini atmak idi. Türkiye’de şimdiye kadarki uçak yapım gayretlerini takdirle karşılıyor ancak bunların süreklilik arz etmeyişini kendi hesap ve inşa işimizi geliştirmemiş olmamıza bağlıyordu. Süreklilik olmayışını ve arkası kesik gayretleri biraz mizahi bir eda ile “katır sanayi” olarak adlandırıyordu. Malum olduğu üzere katırın nesebi kesiktir. Bu isimle neşretmeyi düşündüğü bir de kitap çalışması vardı. Bana da gönderdiği ve henüz yayınlanmamış bu çalışmanın hemen başına şu notu düşmüştü:

“Bu kitap, okuyucunun belki yüzde doksanının uçağı, onun nasıl havada tutunup, nasıl uçtuğunu bilmediği kanaati ile yeri geldikçe uçak ve uçma dersi vere vere yazılmıştır. Ukalalık sayılmasın lütfen. Bu kitap, benim için, bilhassa üniversite yıllarım ve sonrasında, bir nevi hâtırat; aynı zamanda, 1955-2000 döneminde İTÜ’de uçak öğretimi ve ülkemizde havacılık sanâyii faaliyetlerinin tarihçesidir.”  

 

Burada teferruatına girmek olmaz ama Hoca’nın Türkiye’de bugüne kadarki beş uçak yapımı teşebbüsünün niçin akim kaldığını anlattığı satırlar sadece uçakla sınırlı değildir. Bir yerde Türkiye’nin sanayileşme macerasının da tarihçesi ve muhasebesidir. Onun Necmettin Erbakan’ın hem talebesi hem Gümüş Motor’da stajyeri olarak yaşadığı ilginç demler vardır. Bunlardan öte Hoca maksadını şöyle ifade eder (vurgular Hocaya aittir):

 

“Bu kitap bir roman-hikâye-şiir kitabı değildir. Uçan bir vâsıtayı anlatan teknik-ilmî bir kitap da değil. Mevcut nakil vâsıtalarının en hassas olanı, en ince-en ileri teknoloji ürünü, ancak havada tutunarak uçabilen tayyârenin, ülkemizde imal edilmesi hakkında, 90 senedir müsbet ve gerçek bir temele dayanmayan atıptutmaların havada uçuştuğu bir kaos ortamında, yanlışlara işâretle gerektiğinde tenkit edildiği; ama doğrusunun da söylendiği; vatandaşın, bilhassa medya ve devlet ricâlinin zihninde yerleşmiş yanlış algılara işâret etmek için yazılmış bir kitapdır.”

Ahmet Nuri Hoca’nın yüreği o kadar yanıktır ki yanlışlara işaret etmekle kalmaz, oturur büyük emekler vererek iki uçak dizaynı kitabı telif eder. “Uçak Dizaynı” ve “İleri Uçak Dizaynı”. Birincisi sivil maksatlı, ikincisi keskin manevraları da içerdiği için askeri maksatlı diyebileceğimiz iki önemli kitap. Bunların uygulama kitapçıklarını da sayacak olursak kendi ifadesiyle beş kitap. Şimdi İTÜ’ye düşen bu kitapları ne yapıp edip yayınlamak… Hocanın talebelerinden editörlüğü yapacaklar vardır.

Ben İzmir’de öğretim üyesi olarak çalıştığım için 80’li ve 90’lı yıllarda sık görüşemedik. Dekanlığı sırasında ziyaret ettim. Heyecanla dizayn ekibinin çalışmalarını anlattı bana.

Milletvekili olduktan sonra gerçek bir uçak sanayiinin kurulması için düşündüklerini hükümete aktarmak istedi. Bu maksatla benden bazı toplantılar organize etmemi istedi. Sanırım 2006 yılıydı. Bir ameliyat geçirmem gerekiyordu, ama Hocayı üzmemek için bir hafta erteledim ameliyatı. Daha sonra bunu öğrendi ve bana tatlı bir fırça attı. Mecliste ve TÜBİTAK’ta yapılan geniş katılımlı toplantılarda uzun müzakereler oldu. Hoca, Başbakan Tayyip Erdoğan’a yazdığı bir mektupta bu toplantıya ilişkin durumu şöyle açıklıyordu:

“1952-54’de kapatıp bir daha faaliyete geçiremediğimiz uçak yapımı konusunu (konusunun doğrusunu), itikaden, fikren ve amelen kendim gibi kabul ettiğim yeni iktidara anlatmak istedim.”

Anlattı. Hem de kaç kere… Ne yapılması lazım geldiğini kendi ifadesiyle aktaralım:

“… iç hatlarda destek uçağı olarak âcil ihtiyaç hâline gelen 35~45 koltuklu türbin-pervaneli uçak ile başlamalı; ilâveten, ama mutlaka, bir uçak dizayn ünitesi kurup, uçak mühendisi uzman kişilerden oluşan bir yerli dizayn ekibi ve mutlaka uçak dizaynı konusunda tecrübeli bir yabancı ortağın benzer ekibi ile birlikte derhal yerli uçak dizaynına geçilmelidir. Bu ünite öyle olmalı ki, dünya yerinden oynasa onlara dokunulmamalı; aksine, tam ve sürekli destek verilmeli; ama mutlaka arada bir hesap sorulmalıdır.”

Aslında hükümetten kendi adına bir şey istediği yoktu. Gerçek bir uçak sanayii oluşması için atılması gereken adımı tarif ediyordu. Türkiye’de şu anda uçak ile meşgul olan hiçbir kuruluş ya da firmanın bu şekilde bir çalışması olmadığını vurguluyor ve her teşebbüsün atıl kalmasının sebebi olarak bu usulün ihmalini gösteriyordu. TUSAŞ’ın da TAİ’nin de yanlış yolda olduğunu vurguluyordu.

Daha sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e ve Başbakan Tayyip Erdoğan’a bu doğrultuda mektuplar yazdı. Sonuç alamadığını söylüyor ancak “bu can bu tende olduğu müddetçe gerçekleri anlatmaktan vazgeçmeyeceğim” diyordu.

İki öğrencisinden biri, İsmail Demir Savunma Sanayi Müsteşarı, diğeri Temel Kotil, TUSAŞ Genel Müdürü. Onlardan beklentisi devam ediyordu. Bir yıl evvel onlara yazdığı mektupların birer nüshasını bana da göndermişti. Talebi basit, şu uçak dizayn ekibini oluşturmak, gerekli donanım ve desteği temin etmek…

Bu mektuplardan birinde bugünleri görmüş gibi şöyle diyordu:

“Tamam, ama ortada bir mesele daha var. Kaçınılması mümkün olmayan, olmaması lâzım gelen bir mesele. Yaşım 81’in içinde dedim.. Yani yol yakın. Elimde 50 senede birikmiş emânetler var. Benimle birlikte mezara gitmeyecekler; gitse ne faydası var ki?”

Onun uçak dizayn ekibi ve gerekli destek ve donanım talebi sevenleri için bir vasiyet hükmündedir. “Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir” buyurulmuş. Hocayı diri tutmanın çaresi vasiyetine uymak olsa gerek…

Allah rahmetiyle kuşatsın…

Join the discussion