Afrin’e girmeye niçin mecbur kaldık?

Afrin’e girmeye niçin mecbur kaldık?

Afrin harekâtına katılan askerlerimiz için duayla başlamak geliyor içimden. Biraz empati yapmanın tam zamanı. Allah hepsini korusun ve muvaffak etsin. Ailelerine sabırlar versin. Ne kadar zor zamanlar, öyle değil mi?

Türkiye bu harekâta mecbur kaldı. Gelinen bu noktada kaçınılmazdı Afrin üzerinden Suriye meselesine müdahale etmek. İlerde ortaya çıkabilecek daha zor şartların önünü kesmek gerekiyordu.

Bu noktaya gelmeyebilir miydik? Bu sorunun tek cevabı yok.

Türkiye kendi içinde Kürt meselesini halledemeyince sınırları dışındaki PKK varlığıyla uğraşmakta zorlanır hale geldi. Kendi içimizdeki Kürt meselesinin uzun bir geçmişi var ama 2013 yılındaki azim ve kararlılık maalesef sonuca ulaşmadı. Oysa Hükümet birçok riski göğüslemişti.

Burada Kürt toplumunun kanaat önderleriyle, sivil toplumuyla, bölge dışında yaşayan vurdumduymaz Kürtleriyle ve diğer unsurlarıyla Kürt siyasetçilerine söz geçiremeyişinin önemli bir rolü oldu. Silah yerini siyasete bırakmayınca olan oldu. 2015 seçimleri Kürt siyasetine yepyeni bir kapı açmıştı. Bunun da kıymeti takdir edilemedi.  HDP’nin tutumu hala siyaset yerine kaba kuvvetten yana oynamak olarak görülüyor. Siyasete gereken önemi vermeyen HDP ve benzerlerinin bugün gelinen noktada sorumlulukları yok diyebilir miyiz?

2011 yılında Arap Baharı rüzgârları Suriye’de eserken İran destekli Esed politikalarının PKK yanlısı Kürt örgütlerine kucak açıcı tavrını engelleyememek bugün bize pahalıya mal oluyor. İran ve Rusya desteğini arkasında hisseden Esed rejimi Türkiye’yi engellemek için her yolu denedi. Esed Muhalifi Mişel Temo rejim güçlerince öldürüldükten sonra onun potansiyel gücünü kullanabileceklerle temas edilmemesi de bilenlerce bir eksiklik olarak hatırlatılıyor.

Daha sonraları, 2013’lerde Suriye içindeki muhalefetin iyi organize olamayışı ve Esed’in PYD’yi cesaretlendirici tavırları işleri bütünüyle içinden çıkılmaz bir hale dönüştürdü. Hele de o sıralarda İŞİD belasının türemesi kafaları daha da karıştırdı. Hiç ilgisi olmadığı halde Türkiye’nin İŞİD militanlarına göz yumduğu şeklindeki bir algı PYD’nin önünü açar gibi oldu. Hükümetimiz bu algıyı yıkmak için az gayret göstermedi. Batı dünyası, bu asılsız haberlerle zehirlenirken İŞİD’e karşı kullanıldığı sanılan PYD’nin nasıl bir terör örgütü olduğu gözlerden kaçtı. İsterseniz Batı, buna bilerek ve isteyerek göz yumdu da diyebilirsiniz.

Nihayet Rusya ve Amerika’nın İŞİD bahanesiyle PYD ile iş tutması ve PKK’nın kendini oralarda güçlü hissedince Türkiye’deki çözüm masasını devirmesi bizi bugünlere getirdi. Suriye’nin kuzeyini nerdeyse bütünüyle kontrol altına alan PYD, Fırat Kalkanı harekâtıyla PKK koridoru dediğimiz emeline ulaşamadan durduruldu. Fırat Kalkanı’nın bir tarafı da İŞİD mücadelesi olduğu için itiraz eden pek çıkmadı.

15 Temmuz ihaneti Türkiye’nin Kürt meselesini bütünüyle arka plana itmesine sebep oldu. FETÖ’nün çözüm sürecini baltalayıcı ne tür oyunların içinde olduğunu kısmen de olsa biliyoruz şimdi. Fakat bunun daha detaylı bir çalışmaya muhtaç olduğunu da unutmamalıyız.

Amerika ve Rusya’nın başından beri Suriye meselesinde mutabakat içinde hareket ettiklerine dair bir kanaatim var benim. Rusya, Amerika’nın YPG unsurlarını silaha boğmasına ses çıkarmadı. Amerika da Rusya’nın Esed rejimine güç kazandıran faaliyetlerini görmezden geldi.

Nihayet iş Türkiye’nin güneyinde Rojeva adı altında bir terör koridoru oluşturma aşamasına geldi. Önce Fırat Kalkanı, şimdi de Zeytin Dalı harekâtı artık kaçınılmaz raddeye gelmiş oldu. İçinde bir Kürt kantonunun da olduğu federatif bir Suriye’ye giden gelişmelere Türkiye’nin izin vermeyeceği ayan beyan ortaya çıktı.

Marifet işi savaş noktasına getirmemekteydi. Fakat bir türlü geldi. Soft power ya da yumuşak güç mü desem kadife kılıf içinde demir yumruk mu desem, bunu etkili kullanamayınca iş, hard power ya da demir yumruk dediğimiz kaba kuvvete kalıyor. Ama buraya geldikten sonra başka çare yok, Allah askerlerimizin yardımcısı olsun.

Şimdi MHP’nin kaba milliyetçilik söylemlerine kucak açmadan temiz bir dille harekâtı hedeflerine vardırmak gerekiyor.

Devlet Bahçeli’nin şu sözleriyle hareket etmek mümkün mü?

“Ya Afrin yıkılsın ya da teröristler yakılsın. Ya istiklal ya ölüm, ya zafer ya da son nefere, son nefese kadar şehadet. Afrin’den sonra Menbiç’e de operasyon yapılmalı. Durum çayla şeker gibidir. İkisi bir arada olursa keyifli olur.”

Bu çok tehlikeli bir söylem, böyle bir üslupla olmaz. Ordumuz henüz Afrin’in merkezine girmedi. Önce batıdan ve doğudan bir çevirme harekâtı yapıyor. Yarın şehir merkezinde belki bizdeki hendek savaşı gibi bir durum ortaya çıkacak. Yakıp yıkmak olmamalı bizim işimiz.

Unutmayalım, esas olan maksadı savaşmadan hâsıl etmektir. Başka çare kalmayınca savaşsak da insanlığımızı terk edecek değiliz.

Şimdi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Amerika Dışişleri Bakanı ile yaptığı görüşmeden sonraki açıklamaya göre Amerika’nın Türkiye’nin Suriye sınırında 30 km derinliğinde bir güvenli hat tesis etme önerisi var. Bunun teknik detaylarını tam olarak bilmiyoruz ama eğer altında bir bit yeniği yoksa Türkiye’nin seve seve evet diyeceği bir durum hâsıl oluyor. Zira haritaya bakanlar bunun ne kadar önemli olduğunu hemen anlayacaklardır. Zaten şahsen benim de kaygım Afrin harekâtının PYD/YPG yapılanmasının bütünüyle önüne geçmeyeceği noktasında toplanıyor. Afrin’i hallettik diyelim Fıratın doğusu ve Türkiye’nin güneyi şu anda PYD hâkimiyetinde…

Türkiye, şöyle ya da böyle Afrin Harekâtını yapmaya mecburdu. Askerlerimiz için duadayız.

Join the discussion