Yeni yönetim sistemi, eski alışkanlıklar, yeni yaklaşımlar ve 15 Temmuz

Yeni yönetim sistemi, eski alışkanlıklar, yeni yaklaşımlar ve 15 Temmuz

Türkiye yeni bir yönetim sistemine geçiş yapıyor. Yeni bir sisteme geçiş, Türkiye’nin sorunlarına da yeni bir yaklaşımı beraberinde getirecek mi diye meraklananlar arasında ben de varım. Kimileri için bu, yeni bir yaklaşım gerekli mi şeklinde de ele alınabilir.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yeni yönetim sistemine geçiş töreninde yaptığı konuşmada Türkiye’de şimdiye kadar uygulanan ve zayıf noktalarını bir türlü takviye edemediğimiz parlamenter sistemden şikâyet ediyordu:

“Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle 150 yıla yaklaşan demokrasi arayışımızın ve 95 yıllık Cumhuriyet tarihimiz boyunca yaşadığımız denemelerin çok ötesinde yeni bir yönetim modeline geçiyoruz. Geçmişte yol açtığı siyasi, sosyal ve ekonomik kaoslar sebebiyle ülkemize çok büyük bedeller ödeten bir sistemi artık geride bırakıyoruz. Bundan sonra milletin doğrudan yetki verdiği ve dolayısıyla hesap sorma hakkına sahip olduğu Cumhurbaşkanı çalışmalarını yasama ve yargı organlarıyla uyumlu bir şekilde yürütecektir.”

Türkiye’nin önünde pek çok sorun var. Bu gayet tabii bir durumdur. Hedefleri büyük bir ülke olarak önümüzde çözüm bekleyen büyük sorunların olması kaçınılmazdır.

Gelin bunları teker teker saymak yerine belli başlı öbekler altında toplayalım.

Bunlardan birisi demokrasi sorunudur ve onun en önemli alt başlığı Kürt sorunu adını taşımaktadır. Birisi ekonomik sorunlardır. Birisi uluslararası ilişkiler sorunudur ve bunun da en önemli alt başlığı Suriye meselesidir. Bir diğeri kültür ve eğitim sorunlarıdır.  

Cumhurbaşkanı demokrasi ile ilgili hususların farkında olduğu için konuşmasının neredeyse hemen başlarında şu vurguyu yapmaktan kendini alamıyor:

“Yeni dönemde Türkiye demokrasiden temel hak ve hürriyetlere, ekonomiden büyük yatırımlara kadar her alanda daha ileriye gidecektir.”

Araya girip şu kadarını söyleyelim. Sadece yönetim sisteminin değiştirilmiş olması bu alanlarda kendiliğinden bir ileriye gidiş sağlayamaz. O halde Cumhurbaşkanının bu istikamette bazı adımlar atmasını bekleyebiliriz. Ancak henüz bu adımların neler olacağını ve hangi araçların kullanılacağını bilmiyoruz. Fakat Cumhurbaşkanı demokrasi üzerinde ısrarlı… Acaba tasavvurları arasında yeni yönetim sisteminin ve anayasanın uluslararası normlara daha da uygun olmasını sağlayacak hususlar var mı? Şöyle diyor:

“Bürokrasi değil, hizmet üreten bir devlet yapısını inşa etmiş durumdayız. Kılavuzumuz yine demokrasi olacak, milli iradenin üstünlüğü olacaktır. Her türlü hak ve özgürlükten, ülkemizin sahip olduğu tüm zenginliklerden, köken, inanç, meşrep, bölge, şehir farkı olmaksızın vatandaşlarımızın tamamının yararlanmasını sağlayacağız. Bu ülkede insanların herhangi bir sebepten ötürü dışlandığı, ötekileştirildiği, zulme maruz kaldığı dönemler inşallah bir daha geri gelmemek üzere geride kalmıştır.”

Bu ifadeler zamanın tahkikine muhtaç gibi geliyor bana.

Devlet yapısının bundan sonra bürokratik engeller mi yoksa hizmet mi üreteceği en azından şimdilik belli değil.

Türkiye, halının altına süpürerek Kürt meselesinden kurtulamaz. Cumhurbaşkanının yukardaki ifadeleri yeni değil. Uzun zamandır Ak Parti’nin her türlü ayırımcılığa son verdiğini zaten söyleyip duruyoruz. Bu husustaki tereddüt, Adalet ve İç İşleri Bakanlarının göreve devam etmesi sebebiyle izlenen politikalarda bir değişiklik olmayacağı noktasında toplanıyor. Unutmayalım, terörü, – bitmez ama- bitirsek de Kürt meselesini mevcut anlayışla bitiremeyiz. Ak Parti’nin vaktiyle ciddi olarak ele aldığı çözüm sürecinin kıymeti bilinmemiş olsa da, bu böyledir. Cumhurbaşkanımız Kürt meselesinde de demokrasi meselesinde de Devlet Bahçeli’yi dümeninde olduğu kendi kayığına bindirmeyi başarmalıdır. Kürt meselesini sadece bir terör meselesi olarak görmekten daha büyük bir üstü örtülü tehlike yoktur Türkiye için.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ekonomi politikalarında ne gibi adımlar atılacağına dair henüz bir işaret vermedi. Törendeki konuşmasında çok büyük hamlelerden söz ediyor ama bunların detaylarını bilmiyoruz. Aynı şekilde eğitim ve kültür alanında atılacak adımlardan haberdar değiliz ancak bu konudaki eksikliğin farkında olmalı ki bir vurgu ihtiyacı duymuş.Şöyle:

“Eğitim ve kültür politikalarımıza geçmiş dönemlerden çok daha fazla önem vereceğiz. Türkiye’yi savunma sanayinden sınır güvenliğine kadar her türlü alanda güçlendireceğiz. Ülkemizi dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri haline getirmek için, makroekonomik dengelerden yatırımlara kadar her alanda çok büyük hamleler yapacağız. Bugüne kadar tamamladığımız projelerimiz en büyük referansımızdır. Halen devam eden yatırımlarımızı ve milletimize taahhüt ettiğimiz projeleri hayata geçirmekle kalmayacak, çok daha büyük işlere imza atacağız.”

Sanırım ekonomik vaziyet acil müdahale gerektiriyor. Faizler %20’yi bir hayli aşmış, borsa son bir yılın en düşük seviyesini görmüş, dolar 4.85 lirayı geçmiş vaziyette. Artık dalgalı kuru devam ettiremeyiz sesleri duyuluyor. Yeni sistemin ilk günlerden zaaf içine düştüğü gibi bir algıya kapı açmadan bu tablonun düzeltilmesi iyi olmaz mı? CB Tayyip Erdoğan Brüksel’de gazetecilere dolar ve faiz düşecek derken acaba bir bildiği mi var diye geçti aklımdan.

Cumhurbaşkanı yeni sisteme geçiş konuşmasına Edip Cansever’in “Umuş” başlıklı şiirinin ilk dörtlüğüyle renk kattı. Şiirdeki “yeni bir başlangıç” hayırlar getirsin diye dua edelim. “Eski alışkanlıkların yerini yeni yaklaşımlar alsın” temennisini de ekleyelim:

“Bütün iyi kitapların sonunda/ Bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda/ Meltemi senden esen/ Soluğu sende olan/ Yeni bir başlangıç vardır.”

Tayyip Erdoğan’ın konuşmasında dualar da vardı. Onlardan biri şöyleydi:

“Ya Rab, bizi haksızlıktan, adaletsizlikten, zulümden berî eyle. Ya Rab; bizi, ailemizi, bütün yol arkadaşlarımızı yolların tuzaklarından koru.”

15 Temmuz hain darbe girişimi bir tuzaktı. Şimdi ikinci yılı dolmak üzere bu kıl payı kurtulduğumuz felaketin. Allah bizi korudu.

15 Temmuz’un gerçek hainlerinin çoğu elden kaçtı. O şaşkınlıkla olur olmaz pek çok masum kimseyi “hain ve darbeci” ilan etmek gibi bir yanlışın içine de düşüldü. Bu konuda onlarca yazı yazdığım için tekrara düşmek istemem. Bu travmadan kurtulmak gerekiyor. Ancak daha önce de yapıldığı gibi son olarak kamuda on sekiz binden ziyade görevlinin işine son verilmesi, her türlü haktan mahrum edilmesi olacak iş değil. İçlerinde benim de bizzat tanıdığım, yolu o hainlerin yanına semtine uğramamış kimseler var. Üstelik bu insanların kaçı darbeyi tasvip eder, kaçı şehitlerimize Fatiha göndermekten kaçınır, hiç düşünen yok mu, anlamak mümkün değil.

Şimdi Cumhurbaşkanımızın şu yukardaki duasına bakın bir, bir de yapılan işe… Haksızlık var, adaletsizlik var, zulüm var… Kul hakkı deyince yoksa sadece öksüzün ve yetimin hakkı mı anlaşılıyor?  Burada açıkça kul hakkına tecavüz yok mu?

Bu zulme uğrayanların bir kısmının yakınlarının FETÖ ilişkisinden söz ediliyor. Veda hutbesini hatırlayalım. Allah’ın elçisi ne buyuruyor: Herkes ancak kendi işlediği suçtan sorumludur.” Üstelik bu evrensel bir kural olmuş durumda. Bunun dışında hareket etmek zulüm değil de nedir Allah aşkına? Bu kararlara ortak olanlar adına endişeliyim şahsen ben. Birileri “alma mazlumun âhını …” derler diye endişeliyim…

15 Temmuz şehitlerine Allah’tan rahmet diliyorum.

Yeni yönetim sisteminin hayırlı gelişmelere yol açması en büyük temennimiz olmalı…

Join the discussion