Yeni arayışlar için siyasal ve etik zemin var mı?

Yeni arayışlar için siyasal ve etik zemin var mı?

İstanbullular 23 Haziran’da yeniden sandık başına gidiyor. YSK seçimin yenilenmesi kararını hukuk düzleminde mi siyaset düzleminde mi aldı? Bu konuda değişik görüşler var.

Ben Ak Parti’nin bir zamanlar çok itibar ettiği hukukçuların görüşlerine baktım.

Bunlardan Prof. Dr. Ergun Özbudun Ak Parti’nin Anayasa çalışmalarındaki en önemli isimlerden biriydi. Onun görüşleri kararın hukuki olmadığı yönünde. Bir uyarısı daha var: “Türkiye ‘hukuken belirsiz’ bir atmosfere sürükleniyor.”

Yine Ak Parti’nin çok önemli kanunların hazırlanmasında ve son şeklinin verilmesinde her zaman görüşlerini aldığı isimlerden Prof. Dr. Adem Sözüer, “YSK’nın kararı kanun ve içtihatlarıyla çelişiyor” dedi.

Prof. Dr. Osman Can, bir zamanlar Ak Parti’nin içindeydi. O da kararın yanlışlığına vurgulayan isimlerden biri. “367 hukuksuzluğu bu kadar ağır değildi” dedi. “Hiç kimse kendi kusurundan hareketle hak iddiasında bulunamaz” diye izah etmişti daha önce anayasa profesörü Osman Can.

Prof. Dr. İzzet Özgenç de aynı doğrultuda görüş açıkladı. “Hukuk kurallarını hiçe sayan bir karardır” diye açıkladı YSK’nın hükmü hakkındaki görüşünü.

Taha Akyol, hukuk vurgusunu en sık yapan yazarlarımızdan. YSK kararını detaylı olarak ele aldığı yazıda yukardakilere benzer görüşler sergiledi. Bakın ne diyor: “Peki, her şeyiyle kanuna uygun bir oylamada, sırf yargıç tarafından atanan sandık kurulu başkanı “kamu görevlisi değil” diye seçimleri iptal etmek “seçme hakkını koruma” ilkesine, YSK’nın kendi içtihatlarına ve AİHS’ye aykırı değil mi?/ Hem kurul başkanının kim olduğu meselesi “vatandaşın kusuru” sayılabilir mi?” 

Benim bildiğim kadarıyla Anayasa Mahkemesi eski başkanı Haşim Kılıç da iptal kararının hem kanunlara aykırı olduğu hem de Anayasanın 79’uncu maddesiyle YSK’ya verilen hakemlik görevinin yerine getirilmediği şeklinde bir görüşe sahip. Şöyle düşündüğünü biliyorum: “YSK’nın kararı, bizi bir seçim güvenliği sorunuyla karşı karşıya bırakmış ve gelecekteki seçimlerin güvenliğiyle ilgili kaygılara ivme kazandırmıştır.”

Ak Parti İstanbul milletvekili Mustafa Yeneroğlu, kararın yanlışlığını Ebu Hanife’den bir alıntıyla belirtmeye çalıştı. Şöyle ifade etti: “Büyük hukukçu Ebu Hanife’nin ‘mihraptan ve minberden hukukun sesini kısarsanız, Hz. Allah da sizin nefesinizi, iflâhınızı kısar’ ikazı her okuduğumuzda sarsılmamızı sağlıyorsa, hayırlı sahurlar dilerim… aksi takdirde tuttuğumuz oruç bizi kurtarmayabilir…”

Elbette karşı görüşte olanlar da vardı. Burhan Kuzu bir örnek… Şu ifadeyi de eklemiş: “Tehditlere boyun eğmeyen YSK üyelerini yürekten kutluyorum.”

Fatma Barbarasoğlu da ilginç bir çıkış yaparak “seçimler yenilenmemeliydi” diye not düştü. Hukuksuzluklara karşı çıkan Kemal Öztürk’e tahammül edemeyen Yeni Şafak yönetimi bakalım Fatma Hanımın köşesine bir müdahalede bulunacak mı?

Fakat benim asıl üstünde durmak istediğim nokta, YSK’nın kararı üzerindeki bu tartışmaların içeriği değil. Ben böyle tartışmaların yeni siyasal arayışlara açması muhtemel kapılardan söz etmek istiyorum. Ya da böyle kararlar kapının daha da aralanmasına yol açmaz mı diye sormak istiyorum.

Yeni arayışlar içinde olanlar ister istemez bir zemin araştırması yapacaklardır. Bunu iki kalemde ele alabiliriz. Biri siyasal zemin, diğeri etik zemin…

Siyasal zemin var diyebilmek için Türkiye’nin hukuk, demokrasi, düşünce ve ifade hürriyeti, fırsat eşitliği, eğitim gibi alanlarda bazı sorunlar bulunması ve arayış içinde olanların bunların nasıl giderileceğine ilişkin görüşlerle ortaya çıkmaları gerekir.

Ekonomik durum, işsizlik, vergi adaleti, tarımsal ve endüstriyel üretim kalıplarındaki sorunlar, ihracat ve ithalat profilindeki dengesizlikler söz konusu olduğunda arayış içindekilerin farklı çözümler önerip önermedikleri de önemli olacaktır.

Belki bunlar kadar önemli bir başka nokta, Türkiye’de yönetim anlayışının yeni arayış sahipleri tarafından nasıl ele alınacağının bilinmesidir. Yönetimde denge ve denetleme konusuna yaklaşım, kuvvetler ayrılığı gibi temel bir ilkenin yok sayılması, liyakate verilen ya da verilmeyen kıymet, kayırmacılık, rant dağıtımı gibi parametreler her yeni hareketin önünde duran unsurlardandır.

Kürt sorunu, FETÖ yöntemleriyle FETÖ ile mücadele yanlışlığı gibi toplumu çok geren ve bir türlü önemi kavranamayan kronik sorunlar da cabası… Bu konuda daha önce Sahte FETÖ muhbirleri diye yazmıştım. Herkesi FETÖ’cü ilan etmeye meraklı olanlardan bile bu konuda şikâyetçi olanlar var.

Dış politika ve uluslararası birliklere nasıl bakıldığı da elbette merak edilen konular arasında olacaktır. Bugün Türkiye’nin önündeki en önemli sorunlardan biri olan savunma konusunun nasıl ele alınacağı da hiç kuşkusuz yeni arayışlar içinde olacakların yüz yüze geleceği meselelerdendir. Suriye ve S-400 gibi meseleler hem mevcut yönetimin hem de yeni arayış sahiplerinin önündeki en önemli mesele…

Bütün bu konularda eğer toplumsal bir talep varsa yeni oluşumlara da yol var demektir. Burada önemli bir nokta da mevcut yönetimin bütün bu sorunları çözme potansiyelinin var olup olmadığıdır.

Örneği İstanbul üzerinden ele alabiliriz. İstanbul belediye başkanlığını kaybeder gibi olunca, daha önce olmazsa olmaz bilinen her türlü değer yargısını bir kenara bırakmak, adalet duygusunu zedelemek pek çok kimseyi üzmüştür. 

Şunu düşünmek zorunda olanlar var mıdır, bilmiyorum: Bunca yıldır yönettiğimiz İstanbul’da biz neyi yanlış yaptık da insanların güvenini kaybettik? Bir soru daha var: Bu sonucun sorumlusu kimlerdir, ya da hangi yanlış anlayıştır?

İstanbul’un kaybını sadece maddi unsurlarla izah etmeye kalkanlara acımak lazım. Yapılan yollar, köprüler, tüneller, dev AVM’ler, havaalanı ve diğer hizmetler varmış bir tarafta, öbür tarafta da soğan patates fiyatları, biraz yükselen enflasyon, faiz ve döviz… Kadir bilmeyen seçmen onca hizmeti görmezden gelmiş. İstanbul’un kaybını böyle basit mülahazalara indirgeyenlerle varılacak bir yer olamaz. Seçmenin bir insan olduğunu, Türkiye’nin içinde bulunduğu ve yöneldiği istikameti de hesaba kattığını nasıl anlatmalı… Gönül belediyeciliğinin sözde kaldığı alınan sonuçtan belli değil mi?

Ben de İstanbul’un Ak Parti için önemini biliyorum. Biliyorum ama Ak Parti’nin hukuk dairesi içinde kalmasını ve adalet duygusunu sahiplenmesini daha da önemli buluyorum. Ak Parti kurucularından ve hala her mahfilde sözü muteber olanlardan bir arkadaşımız “hukuku zedeleyerek İstanbul’u almak Türkiye’yi kaybetmektir” diyordu. İbn-i Haldun’un “Adalet ve Siyaset Dairesi” bugünlerde daha sık hatırlansa yeridir.

Şimdi bu soruları Türkiye geneli için sorabiliriz. Türkiye’de ekonomiyi durma noktasına getiren, faize, enflasyona, işsizliğe ve dövize tavan yaptıran yönetim anlayışı yeni arayışlara kapıyı aralamıyor diyebilir miyiz?

Gelelim etik zemine?

Yeni arayışlara girecekler bir bütün olarak Türkiye’nin içinde bulunduğu hali değerlendirdikten sonra şu üç hususa bakmak durumunda kalacaklar. Mevcut anlayışla sorunların çözülmesi ihtimali var mı? Mevcut yönetim, gidişatın getireceği riskler itibariyle toplumun çeşitli kesimlerince ve siyasal birikime sahip kişiler tarafından uyarıldı mı? Ortak akıl önemsendi mi? Evrensel yönetim ilkeleri açısından vaziyet nedir? Ülke bütün bu adımlardan sonra hangi yönde ilerliyor?

Yeni arayışlar içinde olanlar, önce kendi içlerinde bu sorulara cevap aramalılar. Daha sonra da toplum kesitlerinin bu sorulara nasıl cevap verdiğini incelemeliler. Toplumun muayyen bir kesiminden değil bütününden gelen cevapları göz önüne almalılar.

Elbette bir iddiası olanlar kendi yönetim ilkelerinin esaslarıyla toplumun beklentilerini de teraziye çıkarmalılar.

Join the discussion