“Zor zamanda yaşamak” diyorlar bazıları. Böyle diyenlerin zorluktan muratları nedir, bilemiyorum. Benim de biraz hoşuma gidiyor bu tabir. Belki kendimi avutmanın bir vasıtası olarak görüyorum. “Şu niye şöyle, bu niye böyle” diyerek kendini perişan edenlere de bir sığınak mıdır “zor zamanda yaşamak” kalıbı?
Bugünlerde beni böyle düşünmeye sevk eden bir şeyler olmalı diye geçiyor aklımdan. Nitelikli insan kıtlığı mı acaba çektiğim sıkıntı ve beni sıkboğaz eden husus? Yoksa iyi insanlar iyi atlara binip gittiler mi? Ortada gözükenlerin asgari insani vasıflardan uzak oluşuna mı hayıflanıyorum yoksa? Dün dediğini bugün kolayca ve ucuz pahaya değiştirenler, bir hadiseyi muhakeme etmekten aciz görüntü verenler, bir zamanlar yol arkadaşlığı yaptıklarını kolayca feda edenler adına duyduğum utanma hissi mi beni kendi kabuğuma itiyor acaba? Siyaset sahnesinde yer alan eski yeni aktörler de, akademik âlem de, bürokrasi de, iş dünyası da, medya da sanki söz birliği etmişçesine çukurun dibini bulmak için yarışıyorlar.
Şimdi ben artık şair Nâbi’nin diliyle konuşabilirim. “Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz/ Biz neşâtın da gâmın da rûzgârın görmüşüz” Bahardan yeni çıkıyoruz ama önümüz hazan galiba. Türkiye üzülerek söyleyelim ki baharı sürekli kılmayı beceremedi.
İnsan bir düşünceye kapıldı mı kendisini haklı çıkaracak binlerce bahane bulur. Şu Bayram günlerinde iyimser olmayı ne kadar isterdim. İsterdim ama hadiseler imkan vermiyor ki… Bir iş yapmaya kalkacak insanlar yanlarında yol arkadaşı bulmakta zorlanıyorlar. Bir dolmuşluk adam hasretimiz devam edecek gibi duruyor… Küçük menfaatler uğruna haysiyetini feda edenler kim bilir hangi bahanelere sığınıyorlar?
Her şeye evet diyenlerden yol arkadaşı olmayacağı günümüz hadiseleriyle ortaya çıkmış değil mi? Yanlış yapanlara yol gösterecek, her türlü nefsani kaygıyı umursamayacak insan kıtlığı sizin de dikkatinizi çekiyor mu? Hz. Ömer “yanlış yaparsam beni doğrultacak arkadaşlarım var, şükür Allah’ım” demiyor muydu? Murakabe ya da bugünün deyimiyle denetim… O, kimseden aklını ve iradesini teslim etmelerini beklemiyordu. Bugün ise murakabeden kaçmak için bin bir sebep arayışı zirve yapmış durumda… Akıl ve iradelerine sahip çıkanların işi çok zor bugünlerde…
Ey ulu hocalar… Yıllar boyu anlatıyorsunuz, bu ramazanda da medyada elinizden geldiğince size kulak verenleri irşat etmeye çalıştınız. Yolunuzda yönteminizde bir eksiklik yok mu dersiniz? Her şeyden geçtik ama hiç değilse toplumda ahlaki seviye yükseliyor diyebilecek kıvamı buldunuz mu Allah aşkına… Ulu hocalar, sözüm sadece size değil… Önce kendime… Sonra da bu topluma istikamet verme iddiasında olan herkese… Akademiye, siyasete, medyaya, muhafazakâra, liberale, sosyaliste, demokrata, bürokrata, hacıya, hocaya, şeyhe, mürşide, müride…
Hocaların anlattıklarını kavrama kâbiliyyetimde mi bir noksanlık var yoksa? Acaba Şeyh Galip gibi yalvarsam mı?
“Kâbiliyyet ver eğer vaslına nâ-kâbil isem
Yeniden ver bana sermâyeyi bî-hâsıl isem
Hâlimi kaale bedel eyle eğer nâkil isem
Müstaid kıl yoğısa lûtfuna isti´dâdım
Sana güçlük mü var ey şâh-ı kerem-mu´tâdım”
Şeyh Galib, “beni naklettiğim güzel şeylerle hallendir” diyor ya, hakikati aramanın sırrı orada olabilir mi?
İşin acı veren bir tarafı daha var. Halkı Müslüman ülkeler de bizden iyi değil. Bunlara İslam ülkeleri demekte zorlandığım için halkı Müslüman ülkeler tabirini kullanıyorum.
“Oruç ayının sunduğu fırsat” başlıklı bir önceki yazıda “İslam ülkeleri ne kadar İslami” adlı çalışmadan söz etmiştim. Burada verilen sıralama 2010 yılına ait idi. Ahmet Münir Gül beni uyardı ve yazarların sitelerinde bu endeksi her yıl yeniden yayınladıklarını söyledi. Bu sitede 2015, 2016 ve 2017 değerlerine ulaşmak mümkün. Genel sıralamada bu üç yıl için Türkiye 65, 73 ve 81’inci olmuş. Gittikçe zayıflıyor. Ancak 2010 yılında 103’üncü sırada olduğunu da hatırlayalım. Bir de sanırım 10 üzerinden puanlama yapılmış. Türkiye, yine sırasıyla 5.14, 4.82 ve 4.48 almış. Yine zayıflama var.
Bu genel “İslam ülkeleri ne kadar İslami” dışında başka kriterlere de yer verilmiş. Ekonomik İslami endekste Türkiye 2010 yılında 71’inci sıradayken son üç yılda 58, 71 ve 82’nci sıralarda yer bulmuş. Buradaki puanları da 5.38, 4.85 ve 4.57. 2015 yılından sonraki düşüş hemen göze çarpıyor. Tablodaki kriterlerin hepsinin başına birer İslami kelimesi koymak gerekiyor. Toplam endeks, İslam ülkeleri ne kadar İslami sıralamasını gösteriyor. 2017 yılında ilk sıraları Yeni Zelanda, Hollanda, İsveç, Danimarka, İsviçre ve İrlanda paylaşmış. Yazarların Türkiye’de irtibat halinde olduğu Dr. Nihat Gümüş, İbn-i Haldun Üniversitesinde çalışıyor. Borsa İstanbul bünyesinde 2013 yılında faaliyete geçen Küresel İslami Finans Geliştirme Merkezi’nde de çalışmaları olmuş Nihat Beyin. Bu Merkez hala faal midir, ne yapar, nasıl çalışır, onu bilmiyorum.
Türkiye | Toplam endeks | Ekonomi | Hukuk ve yönetim | İnsan hakları ve siyasi haklar | Uluslararası ilişkiler | |||||
Sıra | Puan | Sıra | Puan | Sıra | Puan | Sıra | Puan | Sıra | Puan | |
2015 | 65 | 5.14 | 58 | 5.38 | 55 | 5.69 | 84 | 4.69 | 102 | 4.31 |
2016 | 73 | 4.82 | 71 | 4.85 | 67 | 5.21 | 80 | 4.56 | 102 | 4.30 |
2017 | 81 | 4.48 | 82 | 4.57 | 81 | 4.42 | 79 | 4.53 | 96 | 4.31 |
Bunları kötümserliğe yol açılsın için yazmıyorum. Madem bayram geliyor, sorumluluklarımızın ne kadar büyük ve çok olduğunu hatırlayalım için yazıyorum. Sözlerimizi Şeyh Galib’in deyişiyle hale tahvil etmedikçe bu gidişi durdurmak mümkün olmayacak gibi geliyor bana. Hepimizin ağzında bir İslam, ancak hayatımıza nakşedemedikten sonra bir kıymeti olmuyor. Hangi alanda dünyaya örnek olacak bir başarı koydu Müslümanlar ortaya. Müslümanların şahsi başarıları bile başka ülkelerde meydana çıkıyor. Yönetimde mi, hukuk alanında mı, teknolojide mi, iktisadi hayatta mı, nerede? Yeni bir anlayışın ancak orijinal ve yeni kurumlarla oluşabileceğini bile göz ardı etmiş durumdayız. Var mı bu istikamette bir gelişme?
Bu sıralar Fikret Karakaya’dan şu şarkıyı dinliyorum ben.
Kırdı geçirdi beni,
Sadme-i dehr-i deni,
Yaktı kül etti beni,
Sadme-i dehr-i deni.
*
Dilde emel kalmadı,
Çile-i ser dolmadı,
Ettiğine doymadı,
Sadme-i dehr-i deni.
Doğru söyleyenin dokuz köyden kovulduğu bir âlemde yaşıyoruz. Olsun, onuncu köyü aramakla mükellefiz. Onuncu köy bazen Medine olur, bazen şehadet mertebesine erişilen yer olur, bazen üstünde gözyaşı dökülen bir seccadenin serildiği mekân olur, belki bir kütüphanenin en sakin köşesi olur.
Bayramınızı tebrik ediyorum.