Geçme namert köprüsünden…

Geçme namert köprüsünden…

Fethullah Gülen namerde mi muhtaç oldu sizce? Baksanıza kendisi Amerikalılardan, has şakirtlerinden Hidayet Karaca da Fransızlardan medet umuyor. Biliyorum, şimdi birileri bana kızacak, “sen mert kim, namert kim, karıştırmışsın, mertlik Gülencilere mi kaldı?” diyecek. Eh onlar da haksız sayılmazlar ama aklıma geldi işte. Gülen imzasıyla New York Times’ta çıkan yazı, ince telkinden ziyade kaba tebliğe sığınan bir anlayışın mahsulü. Bana kızacakların gerekçelerini de bilmiyor değilim. “Şimdiye kadar Hazret niye Amerika’da tutuluyordu ki!” diye çıksalar karşıma, söyleyecek bir şey bulamam.

Yani şimdi ben “Geçme namert köprüsünden ko aparsın su seni/ Yatma tilki gölgesinde ko yesin aslan seni” diyen ceddimin güzel sözünü tekrarlasam bu hadiseye uyar mı?

Vaktiyle öğrencim de olan doktoralı bir mühendis Hidayet Karaca. O da aynı kaba üslupla boy göstermiş Fransız Le Monde Gazetesinde. Sanki tutuklanma sebebi gazetecilik faaliyetiymiş gibi asılsız beyanlara sığınmış. Hele bunların Hükümeti şeffaf olmamakla suçlamaları yok mu, insanı çıldırtıyor. Bunların himmet paralarını nereye ve nasıl harcadıklarını bilen var mı Allah aşkına…

Maksatları güya Ak Parti’yi karalamak. Peki, sonuç ne? Sonuç berbat bir Türkiye imajı. Bizim bildiğimiz mertlikte mahallenin onuruna halel getirilmez. “Bir mahallenin sarhoşu bile o konuda hassas iken bunlara ne oluyor?” sorusunu, rica ediyorum, bana sormayın.

Bir arkadaşım “kimbilir kaç para verdiler o Amerikan gazetesine” derken bir başka dostum bu söze itiraz etti ve “şu sıralar Amerikalılar Türkiye için karalama yazacaklara para bile verirler” dedi. Neoconlar Türkiye’nin etkinliğini kıracak her fırsatı dört gözle arıyorlarmış bu dostuma göre.

Amerikan Kongresi’nin 88 üyesi Dışişleri Bakanı Kerry’ye mektup göndermişler. Gülencilerin vaktiyle kampanyalarını vesile kılarak paralı ilişki kurduğu ve seyahatlerde ağırladığı kimseler bunlar. Kerry’den Türkiye’yi hizaya getirmesini istemişler.

Ben size kısa bir hikâye anlatayım. Sene 1972 veya 1973 idi. Aklımızca İstanbul Vakıflar Yurdu’nu komünistlere karşı savunmaya gitmiştik. Polis bizi gözaltına aldı. 50 kişi kadardık. İstanbul Sirkeci’deki polis merkezinde müteferrika tabir edilen bir bölüm vardı. Hırsızı da dolandırıcıyı da oraya koyuyorlardı. Bir hafta kaldık orada. İlk günler sakindi ve çok kalabalık değildi. Hafta sonu inanılmaz bir kalabalık oluştu. Tahta kerevetler üzerinde yatacak yer kalmamıştı. Sabaha kadar ‘volta’ atıyordum ben, sonra kalkanların yerine uzanıyordum. Bu voltalar sırasında her tür zanlıdan arkadaşlar edindim. Bu zanlılar yeni getirilenlerin yanına gidiyor ve ‘Allah kurtarsın’ temennisinde bulunuyorlardı. Salih Doğan adlı bir hırsız zanlısı ile arkadaş oldum. Bu ismi unutmuyorum çünkü benim de Salih Doğanpala adlı bir arkadaşım vardı. O da bir öğrenci olayından dolayı bir vakitler hapis yatmıştı. Bu Salih Doğan da aynı yerde hapismiş ve benim arkadaşım adına gelen paraları isim benzerliğinden yararlanıp deyim yerindeyse hapishanede yürütmüş. Bir gece Salih Doğan ile volta atarken içeriye yeni birini getirdiler. Baktım kimse ona geçmiş olsun demiyor. Salih Doğan’a “ne iştir?” diyecek oldum. Bana ne dedi biliyor musunuz? “Abi, onun ahlaksızlığını bilmeyen yoktur!” Dedik ya, her mahallenin bir namus anlayışı var…

Madem bu konuya girdik, işte size bir küçük anı daha. Bizi gözaltına alanlar önce Vakıflar Yurdunda büyükçe bir odaya topladılar. Zamanın İstanbul Emniyet Müdürü Nihat Bey adında biri bize fırça çekti kendince. Bu adamın soyadını unuttum maalesef. Şöyle dedi: “Bu memleket bizim, şeriatçıysanız Arabistan’a, komünistseniz Rusya’ya, defolun gidin!” Bu zihniyetle hesaplaşma devam ediyor…

Gülen grubunun marifetleri ortaya çıktıkça benim aklım bunların kimlerle, hangi servislerle iş tuttuklarına daha çok takılıyor. Son olarak 100 kişinin sahte isimlerle dinlendiği dosyayı duyunca bu kanaatim daha da pekişti. Şu sıralar okumakta olduğum eski Emniyet İstihbarat Müdürlerinden Sabri Uzun’un Gülenci polislerin kurduğu komploları anlattığı “İn” adlı kitabı da işin tuzu biberi oldu.  “Tecessüs etmeyin, birbirinizin gizli yönlerini, hatalarını araştırmayın” diyor ilahi buyruk ama bunlar bir nevi röntgenciliğe devam ediyorlar.

Şimdi beni aldı mı bir merak, “vaktiyle Ak Parti’nin geçtiği köprü namert köprüsü müydü” diye… Bu köprüden geçmeyelim diyenler de olmuş muydu sizce…

Join the discussion