Nasıl geçti…

Nasıl geçti…

Ne uzun bir yıldı diyesim geliyor 2015 için. İki seçimin verdiği yorgunluk mu acaba beni böyle söyleten? Oysa iki seçim de olsa siyasi istikrarın sağlanmış olması yorgunluk değil dinginlik ve zindelik vermeliydi. Yoksa siyasi istikrarın önüne geçen yıpratıcı olaylar mı baskın? Diyarbakır, Cizre ve Nusaybin’e karalar bağlatan hendek aymazlığı mı sevincimizi yok eden acaba? Mezopotamya coğrafyasının yeniden şekilleniyor olmasından duyduğumuz kaygılar bizi kötümserliğe mi sürüklüyor yoksa? Rus uçağının düşürülmesinin doğurduğu endişeler de az yer tutmuyor kaygılarımızda. Çok önemsenmesi gereken paralel yapı soruşturmalarının sağlıklı yürütülüp yürütülmediğine dair kafamızı allak bullak eden öyle örnekler var ki yoksa iş bilerek mi böyle götürülüyor diye benim aklıma gelmiyor değil. Bu bir tuzaksa kime?

Haliyle canımız sıkkın siyasi çözümler yerine silaha yeniden başvurulduğu için… Belki de bizi çok üzen şey sokağa çıkma yasakları sebebiyle insanların çektiği sıkıntıdır. Güvenlik güçlerini böyle bir yasak uygulamaya mecbur bırakan çaresizlikle nasıl baş edilebilir dersiniz? Empati yapalım mı, kendi semtimizde sokağa çıkma yasağı bulunduğunu farz edelim mi bir an? Ne tahammülü zor zamanlar geçirdiğimizi düşünelim…

Bir hususu yazmadan geçemeyeceğim. Bunca hendek ve barikata, bunca patlayıcı ve silah yığınağına hangi gerekçeyle olursa olsun göz yummak izah edilebilir bir şey mi? Burada benim kavramakta güçlük çektiğim bir şey var galiba… İçinden çıkan varsa Allah rızası için beni de aydınlatsın. Çözüm süreci böyle gözü kapalı yürütülmüş olamaz demek zorundayım.  Çözüm süreci içerisinde hem bu konuya, hem güya vergi ve örgüt mahkemesi çılgınlığına dikkat çeken arkadaşlarımın feryadını duymamış değildim, ama bu kadarını tahmin edemezdim.

Bir Türkiye partisi olacağını sandığım HDP’nin Mecliste bulunmasını önemsediğimi burada yazmıştım daha önce. Ama bu yazdıklarım 7 Haziran öncesindeydi. Silahların terkedilmesine ve  her sorunun siyaset içinde tartışılmasına verdiğim önemin bir göstergesiydi o kanaatler. Şimdi hendeklerle, barikatlarla, tuzaklarla, bombalarla öz yönetim tesis edileceğini sananlara ne demeli? HDP, Kürt meselesinin sağlıklı bir ortamda tartışılmasına hiç bir katkı yapmadığı gibi o zeminin bir bataklığa dönüşmesine de göz yummuş oldu. HDP’nin kendi iradesiyle karar alır hale gelmeden Türkiye partisi olması mümkün değil.

Son günlerin tartışma konularından birisi de Selahattin Demirtaş’ın dile getirdiği ve özyönetimden başlayarak bağımsızlığa giden yola dair söyledikleri. Demokratik Toplum Kongresi “Özyönetimlerle ilgili siyasi çözüm deklerasyonu” açıklamış. 14 maddelik listenin hangi yöntemle hayata geçirileceğine dair konuşmaktan çekindikleri anlaşılıyor. Zira Bildirgede “özyönetim ilanları ile halkımızın yürüttüğü haklı ve meşru direnişi sahipleniyoruz” deniliyor. Bu da açıkça siyasetten yana değil silahtan yana tavır demektir. O zaman sormak gerekmez mi “Mecliste ne işiniz var öyleyse” diye. Bu taleplerin bir Anayasa değişikliği gerektirdiğini bilmeyen var mı? Peki,  yöntem?

AB ile ilişkiler açısından verimli bir yıldı diyelim mi 2015 için? Hatta bunu derken Suriyeli mültecilere de bıyık altından bir teşekkür gönderelim mi? Yine de önemli bir adım olsa gerek yeni bir faslın açılması. Vizesiz Avrupa için henüz önümüzde çok önemli engeller var ama hiç biri aşılamaz değil. Şimdi hukukun üstünlüğü gibi bir kavramı önemsiyorsak 23 ve 24 numaralı özgürlüklere ilişkin fasılların açılması için gayret göstermeliyiz.

Büyüyen Türkiye’nin kalkınma hamleleri açısından da bakalım 2015’e. Üçüncü çeyrekteki büyüme oranı ümit verse de yeterli değil. Yıllık %5’in altındaki büyüme oranları tatminkâr olamaz. Bu hedefe ulaşmak için klasik üretim yapısını değiştirecek bir stratejiye ihtiyacımız var. Üretim ve ihracatımızda katma değeri yüksek, ileri teknoloji ürünlerinin payını artırmak için yeni yollar denememiz lazım. Bunun ilk adımı lisansüstü eğitimi ciddiye almak olsa gerek. Üniversitelerimizde bu konuda bir kıpırdanma ve arayış var mı, bilmiyorum. Elbette sadece üniversitelerimizin gayreti yetmez, bir bütün olarak bu konuda hedefler koyup strateji tayin etmek zorundayız. Artık ağızlarda sakız haline gelen orta gelir tuzağından söz etmeyi sevmez hale geldim ben. Nobel ödülü alan Aziz Sancar ile öğünelim ama ona bu ortamı sağlayanın bir Amerikan üniversitesi olduğunu da aklımızın bir köşesine çivileyelim.

Galiba 2015 için iç karartıcı olaylar etrafında bir yazı oldu. 2016’nın iç açıcı olaylarla dolu olmasını dileyelim.

Join the discussion