Kâtip Çelebi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Galip Akhan’ın istifaya mecbur edilmesinden sonra gelişen olaylar can sıkmaya devam ediyor.
Hürriyet’ten Sedat Ergin ve Karar’dan Yıldıray Oğur’un 15 Temmuz davalarına ilişkin iddianameleri didik didik ederek kaleme aldıkları yazıları dikkatle okumaya çalışıyorum. Bu yazıların her biri büyük emek istiyor.
Ben de Galip Hoca’nın, istifasından 15 dakika sonra sorgulanmak üzere adliyeye çağrılmasında bir tuhaflık sezdim ve tutanakları gözden geçirdim. Şimdiye kadar mesleğimden hiç şikâyetçi olmadım fakat şu sıralar keşke hukuk bilgim biraz daha fazla olsaydı diye hayıflanmaktan kendimi alamıyorum. Sağ olsunlar, hukukçu dostlarım çok, onların yardımını almadan hukuki konularda kalem oynatmam zor. Yine de haddimi bileceğim. Fakat bir konu var ki üzerinde duran yok gibi.
Galip Hoca için şüpheli sıfatıyla bir “Sorgulama Tutanağı” düzenlenmiş. Tuhaf ötesi iddialar. Hemen tamamı iftiralardan ibaret… Bir kısmı ise yalancı şahitlerin beyanları… Bunların bir kısmı tutuklu… Bu tutanaktan bir şeyler aktarmaktı fikrim, fakat buraya taşımaya değmez dedim sonra. Üstelik hazırlık soruşturması olduğundan yasal mani de var.
Savcı Galip Akhan’ı “Silahlı Terör Örgütüne Üye olma suçundan şüpheli” olarak adli kontrol talebiyle mahkemeye sevk ediyor. Mahkeme, “adli kontrol için tutuklama şartlarının bulunması gerekir, bu olmadığına göre adli kontrole da lüzum yok” diyerek serbest bırakıyor.
FETÖ dediğimiz bu yapının Türkiye’nin başını nasıl bir belaya soktuğu her geçen gün yeni örneklerle daha iyi anlaşılıyor. Çünkü bu hainlerin sebep olduğu sıkıntılar bugünkülerden ibaret olmayacak gibi duruyor. İlerde hiç hesapta olmayan ağır bunalımlarla karşılaşma ihtimalimiz bile var.
Şimdi soru şu: Savcının gündeme taşıdığı iddiaların çoğu 17-25 Aralık öncesine ait, bu bir. İkincisi, bu savcılar geçmişte işlenen bir fiili bugün silahlı terör örgütü bünyesinde işlenmiş bir fiil olarak ele almanın hukukla bağdaşmayacağını bilmiyor olabilirler mi? Bu nasıl bir garabettir. Hukukçu arkadaşlarıma sordum. Bana Yargıtay’ın bir kararından söz ettiler. Ben burada bu işlerdeki teferruatı yazmayı sevmem, fakat bu sefer mecburum. Yargıtay 2015/3 esas sayılı bir dosya alıyor önüne. Tarihe dikkat edelim, 17-25 Aralık 2013 sonrası, 15 Temmuz 2016 öncesi. Dosya, bylock kullandığı iddia edilen iki hâkimin davasına ait… Söz konusu sanıklar hâkim olunca Yargıtay ilk derece mahkemesi oluyormuş. Yargıtay bu dosyayı 2017/3 sayıyla karara bağlıyor. 24 Nisan 2017’de ilan ediyor. 15 Temmuz’dan yaklaşık bir yıl sonra… Hukukçular buna ilam diyor galiba. 120 sayfayı aşan bir metin bu… Üstelik henüz Ceza Daireleri Genel Kuruluna gitmiş değil. Buradaki genel hüküm şu: “Fiilin işlendiği tarihte ortada bir silahlı terör örgütü tanımı bulunmadığı için konu genel olarak Türk Ceza Kanununun 30’uncu maddesi kapsamında değerlendirilmeli, ancak her olayın kendi içinde özel durumlara sahip olabileceği de unutulmamalıdır.” Türk Ceza Kanununun 30’uncu maddesi hata sonucu doğacak cezai hükümleri içeriyor.
Bu uzun kararda örgüt tabakalara ayrılarak irdeleniyor ve bir nevi Cumhurbaşkanımızın altı ibadet, ortası ticaret, üstü ihanet sınıflamasına benzer bir sıralama yapılıyor. Örgüt liderleri elbette en üst tabaka olarak belirtiliyor. Karardaki “ancak her olayın kendi içinde özel durumlara sahip olabileceği” notu sanırım örgütün elebaşlarına atıf yapıyor ve onlara Ceza Kanununun 30’uncu maddesi az gelir gibi bir hükme varıyor.
Yargıtay’ın bu kararı içerisinde örgütün bir paralel devlet yapılanması olduğuna ilişkin üç Milli Güvenlik Kurulu kararından söz ediliyor: Bunlar 30 Ekim 2014, 29 Nisan 2015 ve 26 Mayıs 2016 tarihli. Dikkat ederseniz MGK’nın bu konuyla ilgili ilk kararı ancak 17-25 Aralık yargı kılıflı darbe teşebbüsünden neredeyse bir yıl sonra, 30 Ekim 2014’te çıkmış.
Kaldı ki bizim hukukumuzda MGK kararları değil, yargı kararları esastır.
Şimdi FETÖ davası adı altında açılan pek çok dava geçmişteki her fiili “Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma” adı altında ele alıyor. Böyle gider ve mahkûmiyetler çıkarsa bundan bilmem kaç sene sonra geçmiş günün bütün siyasetçilerini, bakanlarını ve hatta başbakanlarını hesaba çağıracak bir yanlış anlayışla yüz yüze gelebiliriz. Benim tuzak dediğim biraz da budur. Yargı, hain darbe teşebbüsüne bizzat katılanlarla diğerlerini ayırt etmek zorunda dersek abartmış olur muyuz? Üstelik bu işin yarını da var. AİHM bu davaları önünde bulunca bizim isteğimize göre değil evrensel hukuk prensiplerine göre değerlendirecek.
Galip Hoca’yı “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçlamasıyla hesaba çeken savcı, hukukun bu en temel prensibini ihlal ediyor. Bunları bilmemesi mümkün mü? Peki, izahı nedir?
Eskiden yargı mensupları verdikleri kararların isabetiyle orantılı olarak terfi ve tayine tâbi tutulurdu. Anayasa Mahkemesinin bir üyesi bana, “o zamanlar yargıya hâkim olan hainler istediklerini istedikleri yere tayin edebilmek için bu hükmün kaldırılması için çok uğraştılar” demişti.
28 Şubat döneminde zamanın YÖK Başkanı Kemal Gürüz askerlerin emirleriyle Rektörleri istifa ettiriyor, etmezlerse YÖK Denetim Kurulu Raporlarıyla görevden alıyordu. Kemal Gürüz “Aklımdan başka silahım yok ki!” adıyla çıkan hatıralarında bu konuyu da anlatıyor ama sebep olarak yönetim zafiyetini gösteriyor. Oysa cümle âlem biliyor ki sebep o değil. Üstelik Beşir Atalay’ın Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğünden alınışını da tahrif ederek anlatıyor. Beşir Beye istifa et demiş fakat Beşir Bey “verilmeyecek hesabım yok” diyerek reddetmiş. Kemal Gürüz, “biz almaya karar verdikten sonra Sait Yazıcıoğlu’nu aracı koyarak siz almayın ben istifa edeyim” diye haber gönderdi diyor, (s. 348). Bu hususu hem Beşir Beye hem Sait Beye sordum. İşin aslı şu: Beşir Bey istifayı reddediyor. Beşir Beyin yakın arkadaşları yanılmıyorsam o sıralarda YÖK üyeliği henüz sona ermiş olan Sait Beye “sen bir gidip konuşsan, zaten Rektörlükte süresi dolmak üzere, süreyi tamamlasın diye ikna etsen” diyorlar. Beşir Beyin talebi değil bu. Yani Denetim Kurulu raporunu işleme koyma da istifa etsin diye bir rica yok ortada. Sait Bey, Kemal Gürüz’le konuşuyor fakat Kemal Bey kabul etmiyor.
Kemal Gürüz’ün insan hakları ve demokrasi defterindeki yerini herkes biliyor. Az gözyaşı dökmedi kızlarımız. Üniversitelerin özerkliği ve öğretim üyelerinin özgürlüğü konusunda da yeri malum… Bunları kendi yazdıklarından bile izlemek mümkün. Kırıkkale Üniversitesi kadrosundaki Alev Erkilet’in çalışmalarını ele aldığı sayfalarda (351-353), nasıl dar bir bakış açısına sahip olduğu ve Kemalizm’in sığ sularında yüzdüğü görülebilir.
Kemal Gürüz’e göre Türk milletinin tarih boyunca yetiştirdiği en önemli “bilim insanı” Celal Şengör’müş (s. 339). Biliyor muydunuz bunu? Celal Şengör’ü hatırladınız değil mi, hani askerler telefonla arayınca ayağa kalkıp hazır ol vaziyetinde konuştuğunu söyleyen zat.
Kemal Gürüz ile Süleyman Demirel’in 28 Şubat’taki ortaklığının bende de bir anısı var. Erbakan’ın Başbakan olduğu hükümet beni hükümet kontenjanından YÖK üyeliğine teklif etmiş ama Süleyman Bey uygun bulmamıştı. Elbette onu bu konuda ikna eden Kemal Gürüz’dü. O sırada ben Sakarya Üniversitesinde dekan olarak çalışıyordum.
Yeri gelmişken Sakarya Üniversitesinin kurucu rektörü, benim de üniversiteden sınıf arkadaşım Prof. Ramazan Evren’e ilişkin bir hususu da yazayım. Kemal Gürüz, Ramazan Beyin irticai faaliyetler dolayısıyla görevden alındığını yazıyor, (s. 194). Yanlış. Ramazan Bey, kurucu rektörlükteki iki yılını tamamladıktan sonra Üniversitede yapılan seçimde büyük bir oy farkıyla birinci oldu, fakat Süleyman Demirel ikinci sıradaki bir başka kişiyi rektör olarak seçti. Daha sonra biz arkadaşlarımız arasında bu atamayı “28 Şubat’ın ilk alâmetlerindendi” diye yorumladık. Ramazan Evren şimdi Sabahattin Zaim Üniversitesini kuran İlim Yayma Vakfı’nın mütevelli heyet başkanı olarak görev yapıyor. Kemal Gürüz, Ramazan Evren’in YÖK üyeliği bitip ayrılırken kendisine “bizimkiler seni çok yanlış tanımış, görüşlerimiz çok farklı ama sen adam gibi adammışsın” dediğini iddia ediyor, (s.195). Ramazan Hoca’ya sordum bunu, “külliyen yalan” dedi. Ramazan Beyin YÖK Genel Kurulundaki eleştirel tavrı Kemal Gürüz’ü etkilemiş olmalı ki “Ben de Ramazan’ı adam gibi adam olarak tanıyorum” deme ihtiyacı duyuyor, (s. 195).
Aradan yıllar geçiyor ve herkesin demokrasi karnesi önüne konuyor.
Galip Akhan’ın sorgulama tutanağına dönmek istiyorum. Buradaki iddialarla bakalım bir iddianame düzenlenecek ve iddianame kabul edilecek mi? Üstad Necip Fazıl’ın “Büyük Mazlumlar” adlı kitabını hatırlar mısınız? Orada haksızlığa uğramış önemli tarihi şahsiyetlerin başlarına gelen yargı skandalları anlatılır. Vaktiniz varsa bir daha okuyun…
Daha önce de yazdım, FETÖ ile mücadele stratejisini gözden geçirmeliyiz. Hainleri mazlum, mazlumları hain haline getirecek adımlar en çok Ak Parti’ye zarar verecektir.
Hukuk skandalı niye meydana gelir? Temel sebep hukuk ile ideolojiyi birbirine karıştırmak olsa gerek. 2007 Cumhurbaşkanlığı seçiminde anayasa mahkemesinin kararı… 27 Mayıs’ta ‘sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor’ söylemi… 28 Şubat’ın yargı brifingleri… Bunlar hemen akla gelen birkaç örnek…
Bugünün hukuk skandalı ise korku üzerine bina edilmiş durumda. HSK korkuyor, hâkim korkuyor, savcı korkuyor. Siyasiler bir ürkeklik içinde…
Kınayıcıların kınamasından korkmak var mıydı kitapta?
BU FETOCULARIN ÜLKENİN BAŞINA AÇTIĞI BELADAN BİR AN EVVEL KURTULMAK ÜMİDİ İLE…