Büyük veri bizden ne alıyor bize ne veriyor?

Büyük veri bizden ne alıyor bize ne veriyor?

Gözlem ve gözetleme aynı kökten geliyor ama bu iki kelimenin biri müspet biri menfi çağrışımlar yapıyor. Büyük veri hem gözlem için hem gözetleme için kullanılabiliyor. Daha çok veri, hastalıkların teşhisinde, tarımsal ve endüstriyel planlamada, meteorolojik olayların daha hassas tahmininde, reklam ve propaganda alanında ve daha pek çok alanda işimizi kolaylaştırıyor. Gözlem hayata olumlu katkı sağlıyor, gözetim ise otoriter rejimlerin işine yarıyor. İnsanların hayatını kontrol etmenin ve baskıyı artırmanın en önemli unsuru haline geliyor.

Hangi alanda olursa olsun veri oluşturmanın çeşitli yolları var. Telgraf, telefon, radyo, televizyon ve bilgisayarların icadıyla veri miktarı oldukça hızlı büyümeye başladı. Sayısal kayıt, teknolojinin gelişmesi sonucunda kâğıt sistemlerinin yerini aldı. 2007 yılında verilerin %96’sı artık sayısal olarak saklanıyordu. Bu oran gittikçe artıyor.

Büyük veri bir niceliği ifade ediyor ama bu, aynı zamanda oldukça büyük miktardaki ham bilginin, eğilimleri gerçek zamanlı olarak anlamak, analiz etmek ve tahmin etmek için nasıl kullanılabileceğini açıklayan kapsamlı bir deyim olarak da kullanılıyor. Büyük veri, eğer işlenebiliyor ve elde edilen sonuçlardan yararlanılabiliyorsa işe yarıyor, yoksa verinin çokluğu kendi başına bir anlam ifade etmiyor.

Sayılara bakarak sonuçlar çıkarmak kolay değildir, o bakımdan verilerin görselleştirilmesi de önemlidir, grafikler ya da tablolar bu amaca hizmet eder.

Verilerin işlenmesi geleceğin endüstrileri kapsamında çok değerli bir alana işaret ediyor. Bilgi işlem uzmanlarına bu bakımdan çok büyük ihtiyaç var. Konu sadece istatistik değil kolayca tahmin edilebileceği gibi. Çünkü veri de artık çeşitleniyor. Sayısal veriler kadar görsel veriler de önemli hale geliyor. Adım başında rastladığımız kamera kayıtları görsel verinin önemli bir parçasını oluşturuyor. Sosyal medyadaki görseller, televizyon ekranındaki her türlü resim ve konuşmalar da veriler cümlesine dahildir. Dolayısıyla bunların belli amaçlar için değerlendirilmesi çok büyük bilgisayar kapasitelerini ve kapsamlı bilgisayar yazılımlarını gerektiriyor.

Büyük veriyi oluşturanlar arasında sosyal medyayı kullananlar ön sıralarda geliyor. Facebook ve Twitter’daki “beğen”, “yorum”, “paylaş” ve “retweet” tuşlarını her tıkladığımızda büyük veriye katkı yapıyoruz. Bunların daha sonra nasıl kullanıldığını 2016 Amerika başkanlık seçiminden görmüştük. İşin yasal planı kimsenin umurunda olmuyor.

Ben internette bir kitap aramayayım, hemen akabinde o kitabın ve benzerlerinin hücumuna uğruyorum. İş kitap olunca çok sıkıcı değil ama bir başka eşya hakkında kitaptakine benzer yoğun reklam kampanyasına maruz kalmak canımı sıkıyor. Bütün bunlar büyük verinin işlenme tarzıyla ilgili galiba…

Bu veriler, yararlı alanlar için kullanılabileceği gibi panoptikon olarak da kullanılabilir. Yani bütünü gözetlemek için gerekli işlevi yerine getirir ve gözetim devletinin sopası olarak işe yarar. Çin’in başta Uygur Türklerininki olmak üzere bütün vatandaşlarının her türlü faaliyetlerini kayıt altına almak için nasıl kamera sistemleri kurduğunu medyadan öğreniyoruz.

Orwell’in 1984 adlı romanını hatırlamamak mümkün mü? Onun tasavvur ettiği toplum tele ekranlar vasıtasıyla sürekli izleniyor, göz altında tutuluyordu. Bütün bunları “Büyük Birader seni izliyor” etiketi altında hatırlıyoruz. Bugün pek çok otoriter rejim aynı işi çok daha fazlasıyla yapıyor, dijital teknolojiyi büyük verinin emrine amade kılarak elbette…

Bu konuyu Kore asıllı, Almanya’da yaşayan ve Almanca yazan Byung-Chul Han da Psikopolitika adlı çalışmasında ele alıyor.

Konuya geçmeden önce Byung-Chul Han’dan ilginç bir paragraf aktarmak istiyorum:

“Apple’ın 1984’teki Super Bowl’da ekranı dolduran reklamı bir efsane niteliğindedir. Burada Apple kendini Orwell’in gözetim devletindeki insanların kurtarıcısı olarak gösterir. İradesiz ve duygusuz görünümlü işçiler büyük bir hangarda Big Brother’ın tele-ekranda yayınlanmakta olan fanatik nutkunu dinlemektedir. Bu sırada, peşinde düşünce polisleri bir kadın sporcu koşarak hangara girer. Duraklamadan ekrana doğru koşar, hoplayan memelerinin önünde bir balyoz tutmaktadır. Big Brother’a doğru kararlı bir şekilde ilerleyerek balyozu şiddetle tele-ekrana fırlatır. Tele-ekran ışıklar saçarak patlar. İnsanlar kendine gelir. Reklamdaki ses “24 Ocak’ta Apple, Macintosh’u sunacak. O zaman 1984′ün neden 1984’e benzemeyeceğini anlayacaksınız,” der. Apple’ın bu ifadesinin aksine 1984 yılı gözetim devletinin sonuna değil, etkinliği Orwell’in gözetim devletininkini kat be kat aşan yeni tür bir kontrol toplumunun başlangıcına işaret eder. İletişim eksiksiz bir şekilde kontrole denk düşer. Herkes kendinin panoptikonudur.”

Kontrol toplumu haline geliyoruz galiba. Yalnız biz değil pek çok ülke bu doğrultuda ilerliyor. Adım başı kameralar… Her şeyi kaydediyor bunlar. “İçimde damla damla bir korku birikiyor;/ Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler…/ Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;/ Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler” diyen Necip Fazıl üstadın hissiyatını başka bir bağlamda kullanmak istemem ama köşe başlarındaki kameralar bana hep bu şiiri hatırlatıyor.

Bu yollarla elde edilen büyük veri yalnızca insanların davranışını gözetlemeye mi yarayacak yoksa onları psikopolitik olarak yönlendirmeye de tâbi tutacak mı? İkinci ihtimalin çok kullanıldığını biliyoruz. En iyi örneklerinden biri 2016 Amerika başkanlık seçimlerinde Facebook kanalıyla elde edilen kullanıcı eğilimlerine ilişkin verilerin seçmenleri etkilemek için kullanılması.

Byung-Chul Han, büyük verinin nasıl kullanılacağına ilişkin kaygılar içindedir. Onun için ortaya attığı kavramlar da hep bu tehlikeye dikkat çekiyor. David Brooks’un New York Times’taki bir makalesinden naklediyor Koreli yazar: “Günümüzde hangi felsefenin önem kazandığını soracak olursanız buna cevabım ‘dataizm’dir.” Ancak endişesi var: “Dataizm dijital bir totalitarizme gider.” Bununla da kalmıyor, “veri barbarlığı”, “dataseksüeller”, “nicelikleştirilmiş benlik” ya da “sayılar üzerinden kendini tanıma” gibi kavramları tartışıyor. “Dataizm nihilizmdir” ve “Dataizm, kendi kendini izleme ile elde edilen veriden ahlak ve hakikati boşaltır ve onu sadece bir kendini kontrol tekniğine dönüştürür. Toplanan veriler ayrıca yayımlanır ve değiş-tokuş edilir. Böylelikle de kendini izleme giderek artan bir şekilde kendini gözetleme halini alır Günümüz öznesi kendini sömüren bir kendilik girişimcisidir” gibi felsefi yönü ağır basan düşünceleri aktarıyor.

Büyük veriyi hep menfi yönleriyle ele almak doğru değil. Eğer büyük veri özgürlükleri kısıtlama amaçlı kullanılıyorsa sorun yaratır aksi takdirde müspet taraflarını gözden kaçırmak olmöaz.

Büyük verinin anlık tercümede kullanılması çok uzak değil. Böylece makine çevirisi ile artık yabancı dil bilme zarureti ortadan kalkmak üzere. Anında çeviri çalışmaları tüm hızıyla sürüyor. İki önemli unsur var. Diller ve onların nüansları hakkında daha çok bilgi ve daha iyi yazılımlar. Kulaklığınız ve onu tamamlayan küçük bir cihazla artık karşınızdaki kişinin hangi dili konuştuğu bir zorluk olmaktan çıkıyor.

Geleceğin endüstrileri içinde büyük veri işleme alanı önemli bir yer tutacak gibi. Üstelik ofis gerektirmeyen, evden çalışma imkânı veren bir endüstriyel alan.

Peki bu imkân aynı zamanda dolandırıcıların da önünü açıyor mu? Hayır diyemeyiz. Artık biyoakustik çalışmalarıyla insan seslerinin, vurguların ve tonların taklidi zor olmayacak gibi duruyor.

Bir başka yararlı alan hassas tarım olarak tebarüz ediyor. Ne kadar çok iklim, toprak ve gübre bilgisi, o kadar verimli tarım diye özetlenebilecek bir durumdan söz edebiliyoruz. Birleşmiş Milletler Gıda Programı insanlığın önündeki en büyük zorluklardan birisi olarak milyonlarca insanın açlığına dikkat çekiyor. Büyük veri tarımda verimi artırarak ve ekilemeyen alanların nasıl değerlendirilebileceğini belirleyerek bu sorunun çözümünde çare olarak kullanılacak unsurlardan biri olabilir mi acaba?

Büyük veri finansal işlemler dünyasında da çok kullanılıyor. Bankacılığı dev bir muhasebe defterine benzetenler var. Bu defterdeki kayıtların iyi değerlendirilmesi halinde finans dünyasının klasik bankacılığı yeni ufuklara taşımakta güçlük çekmeyeceği anlaşılıyor.

 Büyük verinin yükselişi mahremiyetin bir kamu politikası meselesi olarak tekrar dünya gündemine girmesini sağlamıştır. Büyük veri teknolojilerini ve gizliliğin değerini uyumlaştırmak zordur. Artık şöyle şeyleri daha sık duyacağız galiba: “Geçmişte bildiğimiz hali ile gizlilik artık mümkün değil… Geleneksel gizlilik artık ölmüştür.”

Geleceğin Endüstrileri adlı kitapta Alec Ross naklediyor: Harvard Üniversitesinden Prof. Seltzer’e göre ortada bir sorun daha var: “Veri saklama ve doğru kullanım kurallarını tanımlamak… Sağlık bilgilerimizin çoğunun gizli kalması gerekir, bu gizliliğe olan ihtiyaç genomiklerin yaygınlaşması ile iyice artacaktır.”

Alec Ross’a göre büyük veri dünyasında yeni korku, insanların makinelere daha çok benzeyecek olmasıdır. İçgüdüler algoritmalarla yer değiştirdiği için hayatı daha verimli yaşayabiliriz, ancak hayatı artık daha algoritmik yaşadığımız için en insani niteliklerimizden bazıları –sevgi, içtenlik, özerklik—daha kötüye gidebilir.

Büyük veri doğası gereği yaratıcı değildir ve ruhsuzdur. Bizi de anlamamız gerekmeyen sebeplerle bu yola doğru itiyor. Bizi mahremiyetimizden sıyırıyor ve hatalarımızı, sırlarımızı ve skandallarımızı orta yerde sergiliyor. Teknolojinin bizi muhteşem aptallara dönüştürmesine izin vermemeliyiz… Özgürlüğümüze ve mahremiyetimize sahip çıkmalıyız…

Join the discussion