George Friedman yanıldı mı?

George Friedman yanıldı mı?

Önce başlıktaki sorunun nereden çıktığını söylemem gerekir. Cevabı daha sonra birlikte arayacağız. George Friedman, “Gelecek 100 Yıl–21. Yüzyıl İçin Öngörüler” adlı kitabında 21’inci yüzyılda üç ülkenin yıldızının parlayacağını söylüyordu: Japonya, Türkiye ve Polonya.

Henüz 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde olduğumuz için bu öngörünün doğruluğunu veya yanlışlığını mutlak anlamda cevaplamak durumunda değiliz. Ancak bazı alametlere bakarak gidişatla ilgili tahminlerde bulunabiliriz.

George Friedman’ın bu kitabı 2009 yılının Ocak ayında çıkmış piyasaya. Yani Yazar’ın, o günlerdeki Türkiye’yi esas alarak kanaatlerini oluşturmuş diyebiliriz. O günlerde Türkiye dünyadaki ekonomik krize rağmen her alanda ilerleyen bir görüntü veriyordu. Demokratik değerlere sahip çıkan bir Türkiye vardı o sıralar. AB yolunda ilerlediğini bile söyleyebiliriz. Hukuka olan saygı Türkiye’ye olan güveni artırıyor, bu da yerli ve yabancı yatırımcılar için bir cazibe yaratıyordu.

Friedman içinde bulunduğumuz yüzyıl için tahminler yaparken sadece kehanetlerde bulunmuyor geçmiş yüzyılların verdiği tecrübelerden yola çıkıyor. “Kristal bir kürem yok” diyor ve ekliyor: “Geçmişi anlama ve geleceği tahmin etme konusunda yöntemlerim var.”

Amerikan yüzyılı olarak tanımlıyor Friedman yirmi birinci yüzyılı. Devasa ekonomik gücü ile bir yerde rakipsiz olduğunu söylüyor Amerika’nın. Müslüman dünyaya ilişkin tezlerinden biri şöyle: “Yirmi birinci yüzyılın başlangıcına Amerikan Çağının Şafağı olarak baktığımızda göreceğimiz ilk şey halifeliği yeniden yaratma arayışında olan Müslüman bir grubun yaptığı eylem olmuştur. Onların nihai hedefi Atlantik’ten Pasifik’e kadar uzanan büyük bir İslam İmparatorluğu oluşturmaktır.” Tabii bu hükme nasıl vardığını bilmiyoruz. İslami bir oluşumun terör eylemleriyle gerçekleşemeyeceğini Friedman’ın da bilmesi gerekmez mi? Kaldı ki eylemcilerin Friedman’ın söylediği gibi bir amaçlarının olmadığı da her şeyiyle ortada. Tek bir eylemle öyle bir amacın gerçekleşmeyeceği açık değil mi? Ancak Amerika’nın bir İslam İmparatorluğu kurulmasını önlemek için İslam dünyası içinde kaos yaratmayı yararlı bulduğunu da söylüyor. “El Kaide Amerika’yı zayıf gibi göstererek İslam dünyasının yönetimlerini yanına alma amacı taşımaktadır.”

Eğer Türkiye 2023 için koyduğu hedeflere yaklaşabilmiş olsaydı, o zaman Friedman’ın Polonya, Japonya, Meksika ile birlikte Türkiye için söyledikleri de gerçekleşme yolunda diyebilirdik. Türkiye’nin 2023 yılı hedeflerinin en iddialı olanları arasında, yıllık gayrisafi yurtiçi hasılayı (GSYH) 2 trilyon dolara çıkararak dünyanın ilk 10 büyük ekonomisi arasına girmek, kişi başına düşen milli geliri 20 bin doların üzerine çıkarmak ve 500 milyar dolarlık ihracat yapmak vardı. Bir de AB üyeliği.

Maalesef Friedman şimdilik Türkiye için söylediklerinde yanılmış bulunuyor. Bu noktada onu masum kabul edebiliriz. Demek ki o da Türkiye’nin demokrasi yolundaki duraksamalarını hesaba katamamış. Bu duraksamalar olmasaydı demokrasi, hukukun üstünlüğü ve dolayısıyla ekonomik gelişme gibi hususlarda çok daha ileri noktalarda olabilecektik.

Yine de Friedman’ın bazı öngörüleri doğru çıkıyor. Rusya’ya ilişkin olanlar mesela. Şöyle diyor: “Rusya eski yarım küre etkinliğini yeniden yaratmaktadır ve onun etkinlik altında tuttuğu yarım küre kaçınılmaz olarak Amerika Birleşik Devletleri ile çatışma içinde olmasına neden olacaktır. Ruslar batıya, büyük Kuzey Avrupa bölgesine doğru hareket edecektir.” Daha sonra ekliyor: “Ruslar güçlerini kullanmaktan çekinmeyecektir ve Amerika Birleşik Devletleri de buna karşı direnmekten kaçınmayacaktır. Ancak sonunda Rusya kazanamayacaktır. Onun derin içsel sorunları, büyük ölçüde azalmış olan nüfusu ve altyapı yatırımlarının zayıflığı uzun dönemde başarılı olmasına engeldir. Ve ikinci soğuk savaş, ilkinden daha az korkutucu ve daha az küresel olarak, birincisinde olduğu gibi Rusya’nın çöküşü ile sona erecektir.”

Rusya’nın Ukrayna’yı işgale kalkışması Friedman’ın tahminini doğruluyor. Henüz Rusya’nın kaybettiğini net olarak söyleyemesek de gidişatın o istikamette olduğunu görüyoruz. NATO’nun bu safhada ne kadar devreye gireceği henüz belli değil. Ancak eğer NATO müdahil olursa, ya da Rusya Ukrayna dışında bir NATO ülkesine müdahalede bulunursa bir Avrupa-Rusya savaşı veya daha büyük ölçekli bir savaş kopar mı, bilemiyoruz.

Friedman, yirmi birinci yüzyılın Amerikan yüzyılı olacağını söyledikten sonra, Amerika’nın en büyük rakibinin Çin değil Rusya olacağını öne sürüyor. Biz bu detaya girmeyelim. Türkiye için söylediklerine odaklanalım diyorum. Yüzyılın ortalarına doğru ortaya çıkacak güçlerden birisi Japonya, diğerleri Türkiye ve Polonya Friedman’a göre. Friedman Türkiye hakkındaki bu kanaatini söylerken dünyanın on yedinci büyük ekonomisi olduğunu bilhassa vurguluyor. Ayrıca Osmanlı geçmişine ve büyük bir imparatorluğun varisi oluşuna dikkat çekiyor.

Biz henüz yüzyılın ortalarına gelmiş değiliz. Türkiye’nin şu andaki durumu ve gidişatı pek ümide yer vermese de gidişatı çevirmeye dair imkanlar da mevcut. Bu, hepimize düşen bir görev. Her şeyin üzücü noktalara doğru seyrettiği bir vasatı değiştirmek mümkünken yanlışta direnmenin ne alemi var? Demokrasi karnemizi düzeltebiliriz. Güveni yeniden tesis edebiliriz. Bugün düştüğümüz döviz darboğazını aşmak için kredi sınırlamasına gitmek akıl alacak şey değil. Yabancılar zaten yatırım yapmıyor, yerli yatırımcının da çeşitli tahditler koyarak önü kesilirse nasıl istihdam artışı sağlanacak? Üretim nasıl artacak? Zaten kaba mallar ihracatçısı olmaktan bunalmış Türkiye ileri teknolojiye nasıl kavuşacak? Orta gelir çıkmazından nasıl kurtulacak?

Kitabın sekizinci Bölümündeki Türkiye başlıklı bölüm, Rusya-Amerika çekişmesinin 2020 yılında Kafkaslarda Türkiye için sunacağı fırsatlara ayrılmış. Friedman, Türkiye’nin Kafkaslara doğru yapacağı hamleden ve böylece ulusal güvenliğini güvence altına almasından söz etmektedir. Bunu söylerken 2007 yılında dünyanın on yedinci büyük ekonomisi olan Türkiye’nin 2020 yılında dünyanın ilk on ekonomisinden biri olacağına değinmektedir. İşte Friedman’ı yanılgıya götüren hususlardan biri budur. Türkiye’nin bölgenin ticaret merkezi olacağını öngörmüş yazar. Aslında Türkiye’nin bulunduğu bölgenin krizler içinde olduğunun farkında Friedman. Yine de Türkiye’nin geçmişte bu bölgelerdeki hükümranlığına vurgu yaparak bu gücün yeniden ortaya çıkacağını tahmin etmektedir. Bütün bu kestirimlerin nasıl ters tezahür ettiğini hepimiz biliyoruz. Friedman’ın başka hükümleri de var ama onları buraya taşıma imkanından mahrumuz.

Şu sonuca varabiliriz. Eğer Türkiye demokrasi anlayışını evrensel standartlarda geliştirebilmiş olsaydı muhtemelen bölgesinde barışın teminatı olacak bir yapıda olacaktı. Olmadı. Ne yapılması gerektiği belli. Otoriter bir yapıya doğru evrilme temayülündeki Türkiye’nin bu yoldan süratle dönmesi gerekiyor. Türkiye’nin İslam dünyası için çekim merkezi olabileceğinden bahseden Friedman acaba bugünkü halimize bakıp ne diyor olabilir?

Biz Friedman’ı 2020 yılı için tahminlerinde yanılttık. Yıllık gelirimiz anlamlı şekilde artmıyor, fert başına düşen gelirimiz on yıl öncesine göre geride kaldı. Enflasyon alıp başını gidiyor. Dış politikadaki sorunlar Türkiye’yi tehlikeli bir yalnızlığa itiyor. Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, özgürlükler gibi alanlarda hep geriye gidiyoruz. Mevduat faizini düşürürken kredi faizlerini artırıyoruz ve yatırım imkanlarını zora sokuyoruz.

Şimdi gelin 2040 yılı için George Friedman’ın öngörülerine de bir bakalım. Yazarımıza göre 2040’larda Türkiye Kafkaslara doğru ilerleyecek, bunu kısmen siyasi ittifaklar kısmen askeri yollarla temin edecek. Ruslar Suriye’de barınamayacak ve Türkiye güneye doğru ilerlemesine devam edecek. Balkanlar Türkiye sayesinde istikrara kavuşacak. Belki Karadeniz’deki Türk hâkimiyeti bazı çatışmaları kışkırtacak. Türkiye Süveyş kanalını bile kontrol edecek, hatta elini Basra Körfezine ve Hint okyanusuna kadar uzatacak. Friedman, Türkiye paragrafını şu cümleyle kapatıyor: “Türkiye, Polonyalıların, Hintlilerin, İsrail’in ve her şeyden çok ABD’nin korkusu haline gelecek”, s 214.

Türkiye’nin potansiyeline güveniyoruz ama onu harekete geçirmenin yollarını aramak zorundayız. Evrensel ölçekte bir demokrasiye ulaşmak için çalışmak bir çıkış noktası olabilir mi?

mtekeli35@gmail.com

@mtekeli35

Join the discussion