Şimdi sıra kalıcı çözümde

Şimdi sıra kalıcı çözümde

Tartışmaktan korktuğumuz demeyelim ama geri durduğumuz bir husus var. Güneydoğu illerimizdeki teröristleri son kalıntısına kadar temizlemekten söz ediyoruz da sonrasında nasıl bir yol izleyeceğimizi konuşmuyoruz. Bu biraz tozları halının altına süpürmek gibi değil mi? Ben mi duymadım temizlikten sonra atılacak adımları yoksa? PKK’nın güya devrimci halk savaşı diyerek başlattığı isyanın ayrışmayı pekiştirme amaçlı olduğu aşikâr. Güvenlik birimleri kendilerine düşeni fedakârca yapıyor ama bu kalıcı sonucun sadece bir parçası. Devlet elbette yumruğunun güçlü olduğunu göstermek zorunda.

Kandil’in militan barındırma kapasitesinin beş altı bin civarında olduğu söyleniyor. Şimdiye kadar kırk bin terörist öldürüldüğünden söz ediliyor. Bu Kandil’in en az altı yedi defa dolup boşaldığını gösteriyor. Kısacası terör örgütlerinin kaynağını kurutacak adımlar atılmadan terörü bitirmekten söz etmek anlamsız hale geliyor. Kaynağı kurutmaktan maksadım dağa çıkma sebeplerini ortadan kaldırmaktan ibarettir. Bunun genel adı demokratikleşme olarak konulabilir ama elbette içini doldururken ayrıca çalışmak gerekir.

Şimdi PKK/PYD terörünün yanında bir de IŞİD belasıyla uğraşmak zorundayız. Bu konu Türkiye’nin tek başına hakkından gelmesinin mümkün olmadığı zorluklar içeriyor. IŞİD terörü mahiyeti itibarıyla tek bir ülkenin mücadelesiyle alt edilecek cinsten değil. Uluslararası işbirliğini zorluyor.

Avrupa Birliği önüne gelen güvenlik sorunlarıyla şimdiye kadar Amerika olmaksızın uğraşmak istemedi. Türkiye’nin bu bakımdan önemini de kavrayamadı. Refah toplumu olmak böyle bir körlüğe mi yol açıyor, bilemiyorum.

Şimdi Paris ve Brüksel saldırılarıyla sarsılan Avrupa, işbirliğinin kaçınılmaz olduğunu bakalım görecek mi? Görse bile bunu sözden eyleme geçirebilecek mi? Ankara ve İstanbul’daki yürek yakan canlı bomba eylemlerinin neden ciddiye alınması gerektiğini dünya âlem anlamış olmalı.

Mülteciler konusunun IŞİD’e militan temin etmek için bir kaynak oluşturduğunu görmemek mümkün mü? Buna rağmen Esad rejiminin dolaylı ya da doğrudan arkasında duran Avrupa’ya işin ehemmiyetini nasıl anlatmalı? Aslında sorun sadece Suriye ile de sınırlı değil. Başta Filistindekiler olmak üzere bölgedeki haksızlıklar radikal arayışların baş müsebbibi olarak duruyor orta yerde. Bölge dinamiklerini göz ardı ederek Irak’ı mezhep mücadelesi içine yuvarlayan siyaseten yanlış kararlar, otoriter rejimlere verilen destekler, Arap Baharı adıyla başlayan hareketi öldürmek için yapılan numaralar IŞİD benzeri hareketlere fidelik yaptı.

Geçenlerde vefat eden Harper Lee’nin Pulitzer ödülü de alan “Bülbülü Öldürmek” adlı romanı, cinayetle suçlanan masum bir zenciyi savunmak için çırpınan bir avukatın hikâyesini anlatır. Filmi Oscar ödülü de almış bu romanda “Zencileri bilirsiniz, kolayca doğar, kolayca ölürler…” şeklinde bir ifade var ki İslam coğrafyasına bire bir uyuyor desem yeridir. İslam coğrafyası savaşlardan başını kaldıramıyor, insanlar burada kolayca doğmuyor ama kolayca ölüyor. Irak ve Suriye en yakın iki örnek. Söylemeye utanıyorum ama buralardaki ölümler artık haber bile olmuyor, kanıksanmış bir hal var. Bir Paris ve Brüksel saldırılarına gösterilen reaksiyona bakın bir de Ankara, İstanbul ve Lahor saldırılarına gösterilen reaksiyona bakın…

Siz de bugünlerde televizyondaki tartışmalardan uzak duruyor musunuz? Basitlik, sığlık, ya alabildiğine tarafgirlik, ya alabildiğine düşmanlık… Bir kaçı dışında izlenecek tartışma programı yok desem yeridir. Bu sıkıntıyla televizyon kanalları arasında dolaşırken yine bir zenci hakları savunucusu filme denk geldim. “Muhteşem Münazaracılar” böyle bir film. Her iki filmi de internetten izlemeniz mümkün.

Her gün üçer beşer verdiğimiz şehitlerimize buradan rahmet dileyelim. Fakat bu soruna kalıcı bir çözüm geliştiremezsek daha uzun yıllar pek çok şehidimizin arkasından Fatiha okuyacak gibiyiz. Geçen haftaki “Kürt sorunu üzerinden kuşatmayı yarmak” başlıklı yazıda vurguladığım hususu tekrarlamak istiyorum. Sorunun kalıcı çözümü için önce psikolojik üstünlüğe sahip olmak gerekir. Ak Parti ve Davutoğlu, mülteciler ve dokunulmazlıklar konusunda olduğu gibi bu konuda da bir çıkış yapmalı ve şartlarını kendisinin belirleyeceği makul bir teklifle kamuoyu karşısına çıkmalıdır. Ezber bozmaya şiddetle ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaca Karar Gazetesinde “Şaşırtıcı bir hamleye ihtiyaç var”başlıklı yazısında Mehmet Ocaktan da temas ediyor.

İki gün önce Dünya Türk Girişimciler Kurultayında konuşan Ahmet Davutoğlu ikinci nesil ekonomik reformlardan söz ediyordu. Güzel. Ak Parti çok önemli demokratikleşme adımları attı. Ama bitmedi. Galiba ikinci nesil demokratikleşme adımları atılmadan ikinci nesil ekonomik reformları işletmek zor olacak…

Kürt sorunu en öncelikli meselemiz. Dilimde bir şarkı var bugünlerde: “Dertliyim dert üstüne nice bin mihnet gelir,/ Ben bu dertten ne çektim bunu Allah’ım bilir…/ İçimde bir yara var beni her an kemirir,/ Ben bu dertten ne çektim bunu Allah’ım bilir”

Join the discussion