Önümüzdeki Günler…

Önümüzdeki Günler…

Bizdeki düşünce kuruluşları önümüzdeki günlere yönelik projeksiyonlar yapıyor mu, doğrusu çok iyi bilmiyorum. Fakat kanaatim daha çok günlük değerlendirmelere ağırlık verdikleri şeklinde. Bu, bir noktaya kadar makul karşılanabilir. Çünkü FETÖ ve PKK, gündemi o kadar meşgul ediyorlar ki kimsenin yakın, orta ve biraz uzak geleceğe dair görüşler beyan edecek hali kalmıyor. Bu durum biraz da her alandaki belirsizliklerin bir sonucu.

Yine de bizim bir gelecek kaygımız olmak zorunda. Elbette herkesin zihninin bir tarafında bu kaygı duruyor. Şüphe yok. Fakat bugünkü adımları yarını düşünerek atabilmek için ortada bir şeyler olması gerekiyor. Ben ne düşünce kuruluşlarından ne de üniversitelerden bu doğrultuda bir adım görüyorum.

Tam bir tarafgirliğin de karşı duruşun da ötesine geçecek bir anlayışa ihtiyaç var.

Hukuki belirsizliklerin yarın yol açacağı sosyal ve ekonomik problemlere ilişkin bir öngörüye her şeyden önce siyaset kurumunun ihtiyacı var. Olağanüstü hal hukuki belirsizlikleri besler. 15 Temmuzun kaçınılmaz kıldığı bu durumun bir an önce sona erdirilmesi gerektiğini aklı başında herkes istiyor. Nitekim hükümet çevrelerinden de “işlerimizi süratle yapıp olağanüstü hali uzatma ihtiyacını ortadan kaldırmak istiyoruz” yolunda açıklamalar geliyor.

Normal hukuk düzeni içinde yapılabilecek bir takım işleri olağanüstü hal kapsamında ele almak her şeyden önce hukuk devleti algısını zedeliyor. Bu anlamda siyaset kurumuna yol gösterecek çalışmalar yalakalıkla düşmanlık arasında yok olup gitmemeli.

Türkiye’nin mevcut ekonomik refahını koruyabilmesi için yıllık asgari %5 büyümeye ihtiyacı var. Cari açığın finansmanı için de yüklü miktarda döviz girdisi lazım. Bu iki hayatî konu da Türkiye’ye yabancı sermaye girdisini bir başka deyişle döviz girdisini zaruri hale getiriyor.  Bunlar hukuki öngörülebilirlik dediğimiz olgu ile yakından ilişkili. Kayyuma ya da TMSF’ye devredilen özel sektör kuruluşları ortadayken yabancı sermaye nasıl bir güven duygusu içinde olabilir? Bu adımlar çok doğru bir kararla “önümüzdeki dönemde marka yaratmaya önem vereceğiz” diyen hükümetin bir taraftan da yaratılmış markaları zayıflatıcı hamleleri olarak görülmez mi? Biliyorsunuz önümüzdeki yıllar için büyüme rakamları tadil edildi ve aşağı çekildi. İşte görüyorsunuz hukuki belirsizlik ekonomik sorunlarla baş başa bırakıyor bizi.

Terör bir başka baş belamız. Ne de çok örgüt var bizi uğraştıran… Bir tarafta FETÖ, bir tarafta PKK, bir tarafta DAEŞ. Başbakan Binali Yıldırım, “son terörist yok edilene kadar mücadeleye devam” diyor. Bu kararlılık iyi bir şey. Fakat acaba teröristleri öldürerek bu sorunu bitirebilecek miyiz? Bizdeki düşünce kuruluşları ve bu konuya yıllarını vermiş olanlar da aynı şekilde mi düşünüyorlar acaba? Ben devletin yumruğunun gücünü hissettirmesini doğru buluyorum, ama sorunun sadece bununla bitirilebileceği konusunda kuşkularım var.

FETÖ ile mücadeledeki kararlılık da takdire değer. Ancak Cumhurbaşkanı ve Başbakandaki duyarlılığın bürokrasi ve yargıda zerresi yok. Önüne geleni içeri tıkmayı FETÖ ile mücadele zanneden bu anlayışın ilerde Türkiye’nin başını ne kadar ağrıtacağını ele alan bir düşünce kuruluşu raporuna rastladınız mı hiç? İmzasız ihbar mektuplarıyla canı yakılmış nice masum var. Bu insanlar feryat ediyor deyince de “o da FETÖ’nün bir oyunu” cevabını alıyorsunuz kimilerinden. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, “Fethullahçı terör örgütünün ‘mağduriyet’ adı altında algı operasyonu yaptığını ve 15 Temmuz darbe girişiminin üstünü örtmeye çalıştığını” söylüyor mesela. Doğru olabilir ama canı yanmış her feryat sahibine bu gözle bakmak olmaz.

Bu, tehlikeli bir duruş olmanın ötesinde sosyal huzursuzlukları artanların örgütlenmesine kadar gidebilecek yeni bir sorunun da habercisi olma potansiyeline sahiptir. Şimdi önüne geleni içeri tıkan savcı ve hâkimler yarın hangi delillerle dava açacaklar? Daha önceki bir yazıda vurguladığım hususu tekrarlamak isterim. Yargı mensuplarının aldıkları kararlar doğrultusunda terfi ve tayinlerinin yapılması esası yeniden gündeme getirilmelidir. HSYK ve Yargıtay bunu acilen ele almalıdır. Tutuksuz yargılamanın esas olması gerektiğini hatırlatacak aklı başında insanlara bugünlerde ne kadar ihtiyacımız var.

Bunları kendilerine sorun edinmiş bir düşünce kuruluşu ya da üniversite var da benim mi haberim yok…

FETÖ’nün asıl hainleri yurt dışına kaçarken kıllarını kıpırdatmayanların, bugün birer kahraman edasıyla poz satmaları sahtekârlık kokmuyor mu? Bunu hangi vicdan kabul edebilir? Bu hainleri takipten sizi alıkoyan neydi? Dava açmaya kalkan savcıların elini tutan mı vardı? Onları da Tayyip Bey ve Binali Bey mi takip etmeliydi?

 “Derdim çoktur hangisine yanayım” diyen Erkan Oğur’u dinlemenin tam sırası.

Türkiye çok büyük bir ülke. Potansiyeli de sorunları da büyüklüğü ile orantılı…

Join the discussion