Ak Parti’de değişim: Kişilerde mi, yoksa üslup, söylem ve politikalarda mı?

Ak Parti’de değişim: Kişilerde mi, yoksa üslup, söylem ve politikalarda mı?

Ak Parti Türkiye siyasetine çok önemli yenilikler getirdi. Bunlardan biri olan istişare ve değerlendirme toplantıları yılda iki kez bir araya getirir partilileri. 26’ncı toplantı geçtiğimiz hafta sonu Afyon’da yapıldı. Bu toplantıya, ilk kez Ak Parti’ye kurulduktan hemen sonra katılan milletvekilleri de davet edilmişti. Bülent Arınç da bu tertipten katıldı Afyon toplantısına.

Benim için bu toplantıların birkaç ilginç tarafı vardır. Yapılan sunumların satır aralarında geleceğe dair izler yakalamak mümkün olur. Genel Başkan ve bakanların konuşmaları ne kadar motivasyonu artırıcı bir mahiyet arz ederse etsin yine de gerçeklerden izler taşır. Bu sefer ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’i dinlerken böyle bir hisse kapıldım. Neredeyse 100’den fazla tablo ve grafikle yaptığı sunumda önümüzdeki fırsatlarla beraber riskleri de zikretmeyi unutmadı. Cari açık ve bütçe açığının birlikte mevcudiyetini ciddi bir risk olarak belirtti. Yatırım–tasarruf ilişkisini ve yatırımların düşük oluşunu aman dikkat diyerek sunmak zorunda hissetti kendisini. İmkân olsa da bu uzun sunumu sizlere gösterebilsem…

Bu toplantılar sırasında çok cazip sohbet grupları oluşur. İkili sohbetler muhatabınızın iç dünyasını keşfetmeye yarar. Agorada söylenemeyen hususlar kulağınıza fısıldanır. Hem başarıları, hem kaygıları paylaşmak insanın fıtratında olan bir hususiyettir. Afyon’da bunu Barzani referandumu dolayısıyla bölgenin eski ve yeni milletvekilleriyle konuşurken çok yakından görme fırsatı buldum. Çoğu bana mikro milliyetçiliğe ilişkin kaygılarını da ilettiler. Fakat bölgeye ilişkin bazı tutum ve söylemlerin orada nasıl bir duygusal kopuşa ve aidiyet kaybına yol açtığını da söylemeden edemediler. Bu endişelerin mikro milliyetçilikle damgalanması tehlikesini bildikleri için şimdiye kadarki tutum ve davranışlarının, kaba milliyetçilikten uzak oluşlarına bir delil olarak görülmesini istediler.

“Hep birlikte büyük hedeflere” sloganı altında yapıldı Afyon toplantısı. Cumhurbaşkanı Erdoğan hem açılışta hem kapanışta konuştu.

Açılış konuşmasında değişim ve yenileşme üzerinde durdu, ancak bunu teşkilatlar ve belediyelerle sınırlı tuttu. Mevlana’nın “yeni şeyler söylemek lazım” sözünü tekrarladıktan sonraki vurguları şöyleydi:

Maziden atiye kurduğumuz köprünün kilit taşı değişim konusundaki kararlılığımızdır. Değişime direnmek, akıntıya karşı kürek çekmek gibidir. İşte bu gerçekten hareketle bir süredir teşkilatlarımızda ve belediyelerimizde yenilenme ihtiyacımız bulunduğunu söyledim, söylüyorum. Kongre süreci vesilesiyle teşkilatlarımızı önemli ölçüde yeniliyoruz. Belediyelerde de şimdiden benzer adımları atmanın hazırlıkları içindeyiz. Bu benim şahsi tercihim veya partimizin kendi kendine icat ettiği bir yöntem değildir. Aslında bu milletimizin talebidir. Bu yenilenme sürecini, değişim ihtiyacını, tazelenme talebini kendi irademizle gerçekleştirmek mecburiyetindeyiz. Eğer bunu biz kendimiz yapmazsak, sandıkta milletimiz yapar. Ona fırsat vermeden bu işi kendimiz çözmemiz gerekiyor. Geçmişte bugün siyaset çöplüğünde kaybolup gitmiş pek çok partinin en büyük yanlışı, milletin değişim talebine kulak vermek yerine kendi iç kavgalarının, kendi iç dengelerinin, kendi iç hesaplarının arkasından yürümeyi tercih etmiş olmalarıdır. Biz asla böyle bir yanlışa düşmeyeceğiz. Milletimiz bize en barizi 7 Haziran olmak üzere bu yönde çok net mesajlar vermiştir.

Bu satırlarda değişim ve yenilenmenin içeriği çok açık değil. Sanki sadece kişilerle sınırlı bir değişimden bahsediliyor. Benim kanaatim Cumhurbaşkanının bununla yetinmeyeceği şeklinde ama buna dair güçlü işaretler görmüş değilim. Sadece şu sözlerini nakledeyim: “…dünyaya, ülkemize, partimize bakışımızı; zamanın ruhuna teslim olarak değil, zamanın ruhunu çözerek, anlayarak, kavrayarak ileriye taşımamız gerekiyorsa elbette hep birlikte bu iradeyi göstereceğiz.”

16 Nisan referandumu ile ortaya çıkan yeni yapıya ilişkin soruları cevaplamakta bir sıkıntı olduğu belli. Burada önemli bir konuyu dile getirmemiz lazım. Eğer teşkilatlar sadece kendi içinde faaliyet gösterecek ve birbirlerine Ak Parti’yi anlatmaya devam edeceklerse bir sorun çıkmaz. Yok, eğer Ak Parti’ye yeni oylar kazandırmak için farklı gruplarla temas edeceklerse referandumla gelen değişiklikleri nasıl savunacaklarına dair onlara bir şeyler söylemek lazım. Hamaset, kapalı yapıların içinde konsolidasyonu sağlamak için işe yarayabilir, ama dışarı çıkıldığında durum biraz farklıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kapanış konuşması da mesajlarla yüklüydü. En önemlisi Barzani’nin referandumuna ilişkin olanlarıydı:

Bölgesel Yönetimi kararından döndürmek için başlattığımız ve başlatacağımız yaptırımları eleştirenler, yarın gerçekten çok büyük felaketler yaşanmaya başlandığında, acaba nasıl bir çözüm öngörüyorlar, lütfetsinler de bunu da bilelim. Sırtında yumurta küfesi taşımayanlar için oturdukları yerden ahkâm kesmek elbette çok kolay.

Geçtiğimiz günlerde bölgedeki kanaat önderleriyle bir araya geldiğimizde istisnasız hepsinin ülkemize bağlılıklarının tam olduğunu, ama bazılarının kafalarında soru işaretleri bulunduğunu gördüm. Bölgenin bağrına saplanan referandum hançerini birileri Kürtlerin hakkı kılıfıyla pazarlamaya çalışıyor ve buna da müşteri buluyorsa, yapmamız gereken çok iş var demektir.

Yukarda ikili sohbetlerin farklı kanaatleri öğrenmek için yararlı olduğunu söylemiştim. Referanduma konusunda farklı görüşler var. Yapılmış bir referandumu ne kadar yok sayarsak sayalım ortada bir irade beyanı var diyenler az değil. Irak’ın toprak bütünlüğünün Türkiye açısından önemini vurgulayanlar da çok. Asıl kaygı kullanılan dil ve üslup sebebiyle ortaya çıkıyor. Pek çok bölge milletvekili dindar ve muhafazakâr Kürtlerin üzgün olduğunu ve duygusal kopuşun başladığını söylüyor. 16 Nisan referandumuna bölgenin muhafazakâr Kürtlerinin verdiği desteği hatırlatıyorlar ve kıl payı geçen referandumdaki katkıyı bir daha alamamaktan duydukları endişeyi dile getiriyorlar.

Bir arkadaşım A Haber televizyon kanalının referandum konusunda kullandığı üsluba devam etmesi halinde Ak Parti’nin kaybının büyük olacağını söylüyor. Bazı illerdeki ihalelerin hala PKK sempatizanlarına verilmesinden duydukları kaygı ise başka bir tehlikeye dikkat çekiyor.

En ilginç kaygılardan biri Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın bu ayın başlarında görüşlerine başvurduğu ve kanaat önderleri dediği kişilerin Ak Parti’ye bağlılıkları konusunda ortaya çıkıyor. Bu insanların çoğunun bölgeyi temsil etmekten uzak olduklarını ve kendi köylerine bile gidemeyeceklerini iddia edenler dahi çıktı. Bu sadece bir kişinin görüşü değil. Bu kişilerin, bölgeyi ve insanlarını yeterince tanımayan kaymakam ve valilerce tespit edilmesi ve yıllarca bölge siyasetinin içinde yoğurulmuş olmaları itibariyle kendi görüşlerine müracaat edilmemesi üstünde durulmayı hak eden noktalardan biri gibi duruyor.

Belli ki Ak Parti’nin çözüm sürecindeki çok olumlu tavrını şu sıralar görememekten duyulan sıkıntılar gittikçe artıyor. İçişleri Bakanının daha uzlaştırıcı bir dil ile konuşması da benim şahit olduğum taleplerden biri.

Bu kaygıları Pazar sabahı yapılan soru cevap bölümünde dile getirenler oldu mu diye sormayın. Çok azı… Biraz üslup ve dil konusunda dikkat istendi, o kadar.

FETÖ ile mücadele stratejisinde yanlışlıklar olduğu Amerika ile yaşanan kriz dolayısıyla açıkça ortaya çıkıyor. Savcıların yaptığı yanlışlıkların nelere mal olduğunu görüyoruz. El altından yürütülmesi gereken bir işlem alenen yapılmaya kalkılınca işin içinde kasıt aramak gibi bir durum neredeyse kaçınılmaz oluyor. Bir arkadaşım dikkatimi çekti: “Adalet Bakanı yeni bir tutuklama talebi yok dedikten hemen sonra savcı çıkıp var diyor. Ergenekon kumpasları da tıpkı böyle kurulmadı mı?” İki şüpheliyi sorgulayacağız derken uluslararası hukuk standartlarını görmezden gelmenin bedeli ağır oldu. Türkiye’nin bu kriz sebebiyle uğradığı prestij kaybı tarife gelmez. Şu işi düzgün yapacak bir anlayışa kim bilir ne zaman kavuşuruz. Atılan taş ürkütülen kurbağaya değdi mi?

Afyon’da FETÖ ile mücadelenin önemi çok konuşuldu. Fakat bunun stratejisi üzerinde duran pek olmadı.

Solmaz ve pörsümez yeniyi arıyoruz. O halde iki günümüz eş olmamalı…

Join the discussion