Dolar fren tutmuyor diyenler Merkez Bankası’nın faizleri artırmamasından yakınıyorlar. Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan, faizin enflasyonun sebebi olduğunu söylemekten geri kalmıyor. Seçim dolayısıyla açıkladığı Manifestoda da benzer görüşler tekrarlanıyor.
Erdoğan’ın Londra’da yatırımcılarla yaptığı toplantıda da faiz enflasyon ilişkisine dair söylediklerinin yabancı yatırımcıları Türkiye hakkında tereddüde sevk ettiğini söyleyenler bu durumu telafi için Mehmet Şimşek başkanlığında bir heyetin Londra’daki temaslarından pek ümitli değiller. Sebebini izah ederken başvurdukları mülahazanın seçim sonrasını göz önüne aldığı anlaşılıyor. Zira seçim sonrasında Mehmet Şimşek’in değil Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomiye yön vereceğini düşünüyorlar ve zihinlerinin bir yerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendilerine söylediklerini diri tutuyorlar.
Mehmet Şimşek bu yatırımcıların kaygılarını giderir mi, zaman gösterecek. Ben bile Mehmet Şimşek’in yeni dönemde görev almak istemediğini duyduğuma göre yabancı yatırımcıların kulağına da gitmiştir bu durum. Son faiz artışının ancak Cumhurbaşkanının oluruyla gerçekleştiğinden biz haberdarız da elin adamı değil mi? Mehmet Şimşek, yeniden faiz artırımı sözü verdi diye yazıyor gazeteler. Peki, Cumhurbaşkanı ne diyecek bu taahhüde, kestirebiliyor musunuz?
Aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “faiz enflasyonu körükler” sözünü söylerken eksik bıraktığı noktalar var. Bunları Cumhurbaşkanının bildiği halde niçin dile getirmediğini anlayamıyorum ben. Yalnız başına faiz üzerinde bir düzenleme yapmakla bir yere varılamayacağını elbette Erdoğan da bilir. Emrinde olan devlet bankalarına ‘faizleri önce siz indirin’ demeyişinden belli değil mi?
Aslında altın esaslı bir para rejiminden bahsederken bazı ipuçları vermiyor değil. Kredi mekanizmasını yeniden tanımlamadan, vergi düzenlemesini yapmadan, merkez bankası ve hazinenin fonksiyonlarını gözden geçirmeden, hukuku hakkıyla işler hale getirmeden yalnız başına faizleri indirerek enflasyonu kontrol altına almak mümkün mü? Geniş bir uygulama alanı bulamasa da adil düzen söylemi en azından bu mekanizmaların önemini vurguluyordu.
Her şeyden önce de yargının ve hakemlik müessesesinin, yasamanın, kamu yönetiminin ve daha pek çok kurumun yeniden ele alınmasını gerektirmez mi faiz üzerindeki düzenlemeler? Şu sıralar böyle bir şey mümkün olmadığına göre ne yapmak gerekir?
Türkiye’nin her şeyden önce bütün bu sorunların serbestçe tartışılabileceği bir ortama ihtiyacı var. Avrupa Birliği fikrini ısrarla savunanların öncelikli hedeflerinden biri de her şeyin tartışılabildiği özgür bir Türkiye idi.
Ülkemiz maalesef her alandaki kuralın sık sık değiştiği belirsizlikler beldesine dönüşmüş durumda. Ne hukuki olarak öngörülebilir bir ülke olmayı başarabildik, ne de her türlü imkân varken siyasi huzuru sağlayabildik. Bir zamanların İslamcıları Avrupa Birliğini desteklerken en azından bu öngörülebilirlik meselesinin halledilebileceğini düşünüyorlardı. Bir kurallar manzumesi ile kendimizi bağlamalıydık. Bunlar olmayınca kural icat etmekten geri kalmayan ama bunu sürekli değiştirmekte mahzur görmeyen bir anlayışa mahkûm oluyoruz. Bugün başımıza gelen budur. Halkı Müslüman ülkelerin bir araya gelemeyişinin en önemli sebeplerinden biri bağlı olacakları kurallar dizisini oluşturmakta gösterdikleri zaaftır. Bu konu biraz uzun ve bu yazının konusu değil.
FETÖ belası ile baş etmekte çektiğimiz güçlük, sürekli değiştirdiğimiz ama evrensel kabullerin dışında aradığımız prensiplerden kaynaklanıyor. Öyle ki FETÖ ile mücadele adı altında yapılanlar ülkeye 15 Temmuz ihanetine benzer zararlar vermeye başlamak üzere. Cumhurbaşkanı Erdoğan bile ne diyordu: “Bir ülkede halk bunalmış, ellerini semaya açarak adalet çığlığı atar hale gelmişse oradaki yargı sisteminde bir sorun var demektir.”
Benim çocukluğum Yassıada’daki duruşmalarda yapılan haksızlıkları dinleyerek geçti. Yıllardır anlatıldı bunlar. Öyle sanıyorum ki bundan sonra FETÖ duruşmalarında yapılan haksızlıkları çok dinleyeceğiz. Beş günlük bir er, başındaki hainlerin emriyle biniyor bir askeri araca, Belediye binasına götürülüyor, terör eylemine gittiğini sanıyor, durumu kavrayınca silahını polise teslim ediyor. Buna rağmen ömür boyu hapse mahkûm ediliyorsa varın gerisini siz hesap edin. Orada onlarca insanı katleden hainlerle masumları ayıramayan bir hukuk sistemi adalet çığlığını duymazdan mı geliyor, nedir…
Faizleri bu sistem içinde indirmenin yolu herkesçe bilinen serbest piyasa ekonomisi koşullarına riayetten geçiyor. Onun da ön şartı özgürlükler olsa gerek… Korku ve kaygı rejimleri insanları her konuda tereddüt içinde bırakıyor. Hukuken öngörülemezlik devam ettiği müddetçe faiz artırmanın bir yararı olmayacaktır…
Hükümet doları frenlemek için faizi arttırdı. Oysa hedefi faizleri düşürmek değil miydi? Peki nasıl düşecek? Ekonominin elbette kendi kuralları var. Ben diyorum ki gelin özgürlükleri kısıtlamaktan vazgeçelim. Artıralım özgürlükleri. Buradan başlayalım.
Ekonomik gelişme ile özgürlüklerin at başı gittiğini de aklımızdan çıkarmasak diyorum. Orta gelir tuzağından söz edenlerin dikkat çektiği hususların başında özgürlükler geliyor. Oysa şimdi üniversitelerin en parlak simaları gözlerini yurt dışındaki üniversitelere dikmiş durumda. Türkiye’deki üniversitelerde çalışan yabancı uzmanlar bile bir bir terk ediyorlar Türkiye’yi. Yüksek katma değerli ürün elde etmeden orta gelir tuzağından çıkamayız. Onun için de bilimsel çalışmalara ağırlık vermek gerekiyor. Lisansüstü faaliyetler parlak bilim adamları olmadan bir sonuç vermez. Susan, konuşmayan bir üniversitenin kime ne faydası dokunur ki…
Felaket çığırtkanlığı yapmak değil maksadım. Ak Parti yönetimlerinin daha önce başardığı hususlara özlemimi dile getiriyorum.
Faizleri artıracağımıza özgürlükleri artıralım. Birisi her kötülüğün anası, diğeri her iyiliğin…
zihninize,kaleminize,ellerinize sağlık…