Geleceğin endüstrileri-3: Para, güven, kod ve bitcoin

Geleceğin endüstrileri-3: Para, güven, kod ve bitcoin

Bugünlerde Türk Lirasının özellikle Dolar ve Euro karşısında uğradığı kayıplar sadece maddi olmakla sınırlı değil. Paranın itibarı da söz konusu. Türk Lirasının düştüğü bu durum satın alma gücüyle beraber liraya olan güvenin de sarsılmasına yol açıyor. 

Teknoloji, toplum ve küresel ekonominin kesiştiği noktada en yaratıcı düşünürlerden biri olan Charlie Songhurst’e göre “bir hükümetin parasal sisteminin gücü, nihai olarak o ülkedeki hukukun üstünlüğünün bir fonksiyonudur. Düşük kaliteli hükümetler düşük kaliteli parasal sistemlere sahip olacaklardır.” Geleceğin Endüstrileri adlı kitapta para ile itibar arasındaki ilişkiyi bu şekilde yorumluyor kitabın yazarı Alec Ross.

Bu yazının konusu aslında para ve itibar değil ama son günlerdeki tartışmaya bu gözle bakmamızda da bir mahzur yok. Faize karşı olanlara söyleyecek bir şeyim yok. Ancak sadece pozitif faize karşı çıkmak yetmez. Negatif faiz demek olan enflasyona da bir çare bulamayanların faiz karşıtlığı havada kalıyor. Nice vatandaşın ne faiz aldığı var ne de verdiği. Ama elindeki üç kuruşun satın alma gücü düşüyorsa bu açıkça beceriksiz yönetimlerin, ondan rızası olmadığı halde faiz alması demek değil midir? Türkiye’nin temel sorunu iyi yönetişim olsa gerek. İyi yönetilen bir ülkede enflasyon yani ülkedeki herkesten rızaları dışında tahsil edilen negatif faiz diye bir şey olmaz.

***

1980’li yıllarda maaş almak için üniversitedeki arkadaşlarla toplu halde kampüsten çıkar, Bornova’nın merkezindeki Ziraat Bankasına gider, sıra bekler ve maaşımızı alırdık. Cüzdandaki paralarla alışveriş yapardık. Başka bir ödeme şekli yoktu. Daha sonra kredi kartları çıktı. Dijital bankacılık alabildiğine yaygınlaştı. Cep telefonlarının sağladığı imkanlarla mobil bankacılık da sürekli gelişmeye başladı. ATM’ler banka memuruna olan ihtiyacı ortadan kaldırdı. Anlaşılıyor ki cep telefonları da ATM’lere olan ihtiyacı ortadan kaldırmak üzere.

Peki, akıllı cep telefonlarını kullanarak daha kolay bir ödeme şekli bulunamaz mıydı? Twitter’in CEO’su iken Square adlı bir şirket kuran Jack Dorsey alternatif ödeme şekillerini geliştirenlerin öncüsü sayılıyor. Square’in iş yerine temin ettiği cihazın tarayıcısına cep telefonunuzdaki uygulamayı göstermeniz ödeme işleminin tamamlanmasını sağlıyor. Square işlem başına bir komisyon alıyor ve bunu kredi kartı şirketleri de dahil olmak üzere tüm ortaklara paylaştırıyor. Böylece işyeri de tek bir muhatapla işlerini götürebiliyor.

E-Bay ve PayPal’in ilk örnekler arasında yer aldığı Square benzeri pek çok şirket çıktı ortaya zamanla. Türkiye’de de bankalar ve başka kuruluşlar e-ticaretin sağladığı bu avantajları kullanan ürünler sunuyorlar. Kodlanmış pazar adı verilen bu yöntemi kullananlar arasında Çinli Alibaba var. AliPay adlı ödeme sistemi örnekleri arasında en büyük olanı. Dakikada 3 milyona yakın işlem gerçekleştirebiliyor.

Bu ödeme sistemlerinin iyi bir iletişim altyapısına sahip olması gerektiği çok açık. Alec Ross, Filistine yaptığı bir seyahati anlatırken işsizliğin ne kadar yaygın olduğuna vurgu yapıyor. Ona göre Filistin Politeknik Üniversitesinden mezun olanların ancak %30’u kendi alanlarında iş bulabiliyor. Bu mezunlar hiç değilse iletişimde 3G teknolojisine sahip olmayı arzu ediyorlar. İşsizliğin radikal hareketlerin ortaya çıkışındaki rolüne de dikkat çekiliyor.

Kongo ve Ruanda gibi uzun süre iç savaşlarla hayli yorulan Afrika ülkelerinde insanların cep telefonuna ne kadar meraklı olduğunu görüyor Alec Ross. Bu husus tuhafına gidiyor ama sonra kendisine, yerlerinden edilen aile fertlerinin birbirlerini ancak bu yolla bulabildikleri aktarılıyor. Üstelik telefonlar para gönderip almak için de kullanılıyormuş. Buradaki potansiyeli fark eden Sudanlı yatırımcı Mo İbrahim, 1998’de Celtel adlı şirketi kuruyor.

Afrika’nın çoğu ülkesinde ödeme sistemleri üzerinde herhangi bir yasal kısıtlama olmadığı için hem iletişim hem ödeme aracı olarak cep telefonlarının bu potansiyelini değerlendiriyor Mo İbrahim. Akıllı yatırımcı ve girişimcilere iyi bir örnek desek yeridir Mo için. Şirketi kurduğunda 55 milyon nüfusa sahip Demokratik Kongo’da 3000 telefon varmış. On ila on beş yıl gibi kısa bir zamanda 20 milyonu aşmış sayı.

Kenya’da kullanılan M-Pesa programı kodlanmış para ve piyasaların gücünü gösteren yeni teknolojiler için çok iyi bir örnek niteliğinde. Basit bir kullanım şekli var. Herhangi bir M-Pesa bayisine yatırılan para anında hesaba geçiyor. Artık telefonu kullanarak parayı transfer etmek mümkün hale geliyor. Gerekli güvenlik önlemlerinin de sağlandığı anlaşılıyor, zira kısa zamanda 20 milyona yakın kişinin kullandığı bir araç haline geliyor.

Mobil ödeme sistemlerinin gelişmekte olan ülkeler için ayrı bir önemi var. Afrika’da da gurbetçilerden gelecek parayı dört gözle bekleyenler olduğu biliniyor. Klasik havale sistemleri hem zaman alıcı hem de %12 gibi bir masrafı var. Oysa mobil ödeme sistemleriyle hem hızlı hem çok daha az masraflı transferler mümkün oluyor. Kodlanmış paranın bu özeliği Afrika’da yeni gelişmelere de yol açıyor ve dünya ile irtibat çok daha sağlıklı biçimde kurulabiliyor.

Mo İbrahim, önemli bir hususa dikkat çekiyor. Sağladığı büyük verimliliğin de ötesinde, kodlanmış paranın en büyük etkilerinden biri de güvenin artması ve yolsuzluğun azalmasıdır. Dikkatini mobil iletişimde iyi yönetişime doğru çeviriyor Mo İbrahim. Afrika’nın yeni telekom altyapısını kullanarak yükselen ekonomik hareketliliği teşvik etmek gerektiği fikrini telkin ederken, Mo, teknolojinin ve telekomünikasyonun iyi ve güzel olduğunu ancak iyi bir yönetişim olmadığı müddetçe bunun bir işe yaramayacağını söylüyor.  Nitekim O, dediğini fiiliyata dökerek 2005’te Celtel’i bir Kuveytli şirkete satmış ve geliriyle Mo İbrahim Vakfı‘nı kurmuş. Girişimcilik ve telekomünikasyon yöneticiliği geçmişine rağmen Mo, Afrika’nın ekonomik olarak yükselip yükselmeyeceğinin telekom ve inovasyondan ziyade iyi yönetişim ile daha çok ilişkili olduğunu düşünüyor.

Güven ve kod

Akıllı telefonundan bir ışınla size para gönderen birine, ödemeyi size nakit olarak yapan biri kadar güvenir misiniz? Cüzdanınızdaki paraya güvendiğiniz kadar cep telefonu ekranında görünen rakamlara da güvenir misiniz? Etkili olabilmesi için para, ödeme ve piyasalar kodlaştırılırken güvenin nasıl kodlaştırılacağının da hesaplanması gerekiyor.

On-line güven’in geliştirilmesi belli algoritmalarla mümkün oluyor. Katılımcılar arasındaki mesafeye rağmen bu körü körüne bir güven değil. Aksine platformun kurumsal sahipleri tarafından izlenen alıcı ile satıcının karşılıklı olarak birbirlerine not verdikleri iki yönlü bir derecelendirme sistemi ile kişiler arasında güven oluşturuluyor.

E-ticaretin öncülerinden EBay sitesinde mal satışı üç modelden birinde gerçekleştirilebiliyor: çevrimiçi bir açık artırma, sabit bir fiyata uygulama ve bir reklam. Bunların detaylarına girmek için yerimiz uygun değil. Dileyenler bunlara ait ayrıntıları çeşitli internet sitelerinden öğrenme imkanına sahiptir. Şu kadarını söyleyebiliriz. Siteye ürününüzü yerleştiriyorsunuz, müşteriler sizin ürününüzü almak isterlerse malı siz gönderiyorsunuz ona. Sonra da müşterilerden size not vermesi isteniyor. Böylece sizin bir puanınız oluşuyor. Sonraki müşteriler açısından bu puan çok önemli. EBay bu alışverişten bir komisyon alıyor.

Benim dedem köylülerin ürünlerini satardı. Yani bir komisyoncuydu. Tıpkı EBay gibi. Peki, aradaki fark? Kayseri’ye 20-25 km mesafedeki Yemliha kasabası Kızılırmak ile iç içe sayılır. Sonradan kurulan Yamula Barajı da adını, halkın Yemliha kelimesini Yamula olarak telaffuzu sebebiyle almıştır. Yamula otobüsü her sabah dedemin Kayseri’nin merkezindeki dükkanına yanaşır, yoğurt, yumurta, yağ, peynir, canlı  tavuk, artık ne varsa indirilirdi. Sonra müşteriler gelir, istediklerini satın alır giderlerdi. Dedem bunları eski harflerle tuttuğu defterine not ederdi. Annem beni yoğurt almak için gönderirdi dedemin dükkanına. Kûlek dediğimiz ahşap kovalarla gelirdi yoğurt. Annem onun bir kısmını ayırır kalan kısmını bir bez torbaya aktarır ve süzme yoğurt için evimizin bahçesindeki ağacın bir dalına asardı. Yoğurdun suyu bez torbadan sızar ve böylece süzme yoğurt elde edilirdi. Akşam olmadan önce yoğurt kaplarının toplanması dedemin torunlarına harçlık vermesinin bir yoluydu sanki.

Akşama yakın köylülerin her biriyle hesap görülür, satılan ve satılmayan ürünler sıralanır ve dedem belli bir komisyon alarak köylülerin ürünlerinin bedelini öderdi. Dayılarım bu işlerde dedemin baş yardımcılarıydı. Sanırım bu usul 1970’lerin hemen başına kadar sürdü. Ürünlerini başka türlü satma imkânı olmayan köylüler için bu önemli bir imkandı. Müşteriler EBay’da olduğu gibi ürünlere kendilerince puan verir, bir başka sefer, diyelim yoğurt alırken dedeme, “Hayrullah Emmi, geçen gün aldığım yoğurttan istiyorum, çok sevdik onu” diyerek verirlerdi puanlarını.

Yaz aylarında dedem köylülerin patlıcanlarını da satardı. Yamula’da Kızılırmak’la sulanan verimli tarlalarda yetişen ve Yamula patlıcanı olarak bilinen ürün dedemin haldeki yazıhanesine gelirdi önce. Dedem köylülerin bu patlıcanlarını satar ve akşam köylülerle hesaba otururdu. Yaklaşık iki aylık bir üretim ve satış süresi olan bu ürün şimdilerde kooperatif marifetiyle satılıyor.

EBay, ürünlerin bir dükkâna değil internet sitesine götürülmesini istiyor. Müşteriler de orada görüyorlar ürünleri. Dedem de bir komisyon alıyordu, EBay da. EBay müşterilerin paralarını ürün sahibine göndermesini istiyor. Komisyonu ürün sahibinden alıyor, müşteri bir komisyon ödemiyor. Dedemden yoğurt alanlar da komisyon ödemiyorlardı.

Paylaşım Ekonomisi

İstanbul’dasınız ve arabanızla İzmir’e gideceksiniz diyelim. Yalnızlık olmasın için yanınıza birilerini arıyorsunuz, üstelik onlardan üç beş kuruş alabilirseniz yakıt parasını da çıkarabilirsiniz. İşte bu tür uygulamalar paylaşım ekonomisinin yolunu açıyor. İnternette bu tür uygulamalar var. BlaBlaCar Türkiye’de de kullanılan böyle bir uygulama. Ödeme sistemleri, güven, buluşma noktalarının tespiti ve ücretin miktarı ve ödenmesi gibi konular uygulama içinde belli bir çözüme kavuşturulmuş.

Paylaşım ekonomisinin iyi bilinen örneklerinden biri de Airbnb adıyla bilinen uygulamadır. Airbnb, 2008 yılında, kalacak bir yer arayan üç seyahatseverin ağırlanmasıyla başlıyor. Hikâye ilginçtir, 2007 yılının sonbaharında Brian Chesky ve arkadaşı Joe, San Francisco’da işsiz kalırlar ve ev kirasını nasıl ödeyeceklerini kara kara düşünürler. O sıralar bir konferans nedeniyle şehrin tüm otel odaları dolmuştur. Onlar bu fırsattan istifade evde kullanmadıkları üç şişme yatağı ve kahvaltı hazırlama becerilerini düşük fiyatlı bir konaklama imkânı oluşturmak için kullanmaya karar verirler. Şişme yatak ve kahvaltı (Air bed and breakfast) sloganı ile internetten pazarlamaya başlarlar. Kısa sürede kiralarını ödeyecek kadar kazanınca Airbnb fikrini uygulamaya koyarlar. Kullanılmayan uygun alanları ucuz konaklama yeri arayan insanlarla buluşturmak diye özetleyebiliriz sistemin ana fikrini. Kullanmadığınız bir ev, oda, villa, yazlık gibi yerleri Airbnb kanalıyla pazarlayarak ek gelir sahibi olabilirsiniz. Tutulan kayıtlar gösteriyor ki orta gelire sahip aileler bu sayede geçim standartlarını biraz olsun yükseltiyorlar. Düşük gelire sahip kimseler de tatil amaçlı konaklama sürelerini bir otele göre iki ila üç gün artırabiliyorlar.

Fazla detaya girmeye yerimiz müsait değil. Şu kadarını söyleyelim yine de. Airbnb tek bir otel odasına bile sahip olmadan dünyanın nerdeyse en büyük otel zinciri haline gelmiş. Sadece şişme yatak ve kahvaltıyla yetinmiyor, şatolar bile var Airbnb’nin düzleminde. Piyasa değeri ise birkaç on milyar dolarla ifade ediliyor.

Bu tür girişimlerin altında yatan bir ideoloji var mı? Eğer varsa bu, devlet denetimi olmaksızın bir pazarda malların ve hizmetlerin serbest dolaşımını teşvik eden neo-liberalizmin ekonomik teorisi ile ne kadar bağdaşır, tartışılabilir.

Yukarda değindiğimiz konulara bir örnek de Uber’dir. Uygulamayı telefonunuza indiriyorsunuz. Herhangi bir yerde taksi ihtiyacınız olduğunda uygulamayı açıp seçeneklerden ilgili kısmı işaretliyorsunuz. Gideceğiniz yeri de belirtiyorsunuz. Sistem konumunuzu algılıyor ve size en yakın sisteme kaydolmuş taksiyi bulunduğunuz yere yönlendiriyor. Çalışma sisteminin özü bu. Basit gibi gözüken bu imkân sayesinde Uber bugün dünyanın hemen her yerinde kullanılıyor. Kısa sürede milyarlara ulaşan piyasa değerine ulaşıyor. Üstelik sadece taksi hizmetiyle yetinmiyor. Lojistik de hizmet alanının içinde. Drone kullanma imkânı da var. Anlık kargo için Uber’in kapısını çalanlar gün geçtikçe artıyor. Sisteme arabayla kaydolup Uber hizmetlerinde çalışmak isteyen çok. İstihdama inanılmaz bir katkı yapıyor. Sürücü ve yolcu güvenliği için alınan önlemler şimdiye kadar bir sorun olmadığını ortaya koyuyor. Uber’in internet sitesi bu yazının hazırlandığı günlerde on binden fazla şehirde hizmet verdiğini söylüyordu.

Türkiye’de Uber, sisteme kaydolmuş sarı ve mavi taksi çağırmak için kullanılabiliyor ancak diğer ülkelerdekinin aksine özel araçların Uber bünyesinde hizmet vermesi engelleniyor. İstanbul’daki taksi sıkıntısını aşmanın bir yoluydu bu uygulama ama hizmet kalitesini artırarak rekabete girmek ve  yarışmak yerine Uber’i yasaklamak daha kolay bir yol oldu anlaşılan.

Bildiğim kadarıyla bitaksi adlı uygulama da taksi ile müşteriyi buluşturan ve akıllı telefonlar üzerinde çalışan bir teknoloji platformu. Burada da sisteme kayıtlı taksiler kullanılabiliyor. Şimdilik galiba Ankara ve İstanbul’da aktif.

Benzer başka uygulamalar da var. Mesela İTaksi.

Yazılımla yarışmak

Yazılım sektörünün yukarda saydığımız işlerle doğrudan ilgisi var. Geleceğin endüstrileri hakkında konuşurken bu hususu göz önüne almak zorundayız. Türkiye’de yazılım endüstrisinin umut verici bir potansiyeli var. Bilgisayar oyunları konusunda Türkiye’de gelişip büyüyen ve Peak Games ismiyle tanınan şirket, 1.8 milyar dolara Zynga adlı firmaya satıldı. Benzer başka satışlar da oldu.

Galiba bu sektörde çok iyi ilerlemeler var. Belki hepsi medyaya intikal etmediği için bilmediklerimiz de var.

İnternetten alışverişi hayli geliştirmiş durumdayız. Yemek siparişinden tutun da aklınıza gelen her şeyi kapınıza kadar getiren firmalar var. Bunların yazılım endüstrisi ile doğrudan ilgili olduğunu söylemeye hacet yok sanırım.

Ancak bir hususa burada bir kere daha dikkat etmek zorundayız. Beyin göçüne… Üstelik fiziksel olarak gitmeye de gerek duymayan “çevrimiçi beyin göçüne”… Financial Times gazetesinin de bu göçe farklı bir şekilde dikkat çekişi haberlere konu olmuştu. Hem Türkiye’de yaşamak, hem dolar kazanıp lira harcamak gençlere çok cazip geliyor. Çok önemli bulduğum ve insandaki kan kaybına benzettiğim beyin göçü konusunu bu yazı serisinin birincisinde şu şekilde dile getirmiştim: “Ben bu hali kan kaybına benzetiyor ve acilen bu kan kaybını durdurmamız gerekir diyorum. Konu beyin göçü adı altında OECD’nin de ilgi alanında yer alıyor. Dünya beyin göçü haritasında hangi ülkeden ne kadar üniversite mezununun başka ülkelerde çalıştığı belirtiliyor. Türkiye’deki her 100 üniversite mezunundan yaklaşık 10 tanesi yurt dışında. Yurt dışında çalışan bu mezunların çoğunun da seçkin beyinler olduğunu söylemeye herhalde gerek yok.”

Bitcoin

Para bir kayıt sistemi. Benim elimde ne kadar satın alma gücü var, ne kadar borcum var, bunların kaydı. Bu kaydı ne ile tuttuğunuza göre para sistemi değişiyor.

Altın ve gümüşle tutulabilir bu kayıtlar, basılı kâğıt ile tutulabilir, dijital kayıtlarla da tutulabilir.

1971’e kadar kâğıt paraların değerli madenlerle desteklendiği bir para düzeni vardı. 1971’de Nixon doların altınla desteklenmesine son verdi. Doların altına endeksli yapısı sona erdi yani. Dolar artık altın karşılığı değil sınırsız basılabilen bir para idi. Küresel kapitalist sistem o hale geldi ki Amerika’nın bastığı 800 milyar dolar var, fakat onunla oluşturulan sirkülasyon üç katrilyon dolara ulaşıyor. Dolayısıyla toplum karşılığı olmayan bir sanallıkla karşı karşıya.

Amerika 2008 krizine kadar 800 milyarı biraz aşkın bir basılı paraya sahipmiş. Krizde bunun dört katı kadar para basmış. Üstüne de salgın eklenmiş. Günümüzde batı dünyasındaki enflasyon artışının sebebi belki buraya kadar uzanıyor. Enflasyon artışı derken %5’i kastediyorum, bizdeki gibi %20’ler %30’lar değil. Galiba diğer ülkeler de Amerika’yı izledi ve merkez bankaları para basmaya devam etti. Birçok şirket battı, yük ülkelerin vatandaşlarının sırtına bindi. Bütün bunlar para diyebileceğimiz, devletlerden ve bankalardan bağımsız, kişiler arasında tedavül edecek bir digital değer arayışını hızlandırdı.

Bitcoin’e temel teşkil eden fikir, 2008 yılında Satashi Nakamoto adlı Japon asıllı olduğu sanılan biri tarafından “Bitcoin: Eşler arası elektronik nakit sistemi” adıyla dünya gündemine giriyor.

Bitcoin, bir “dijital para birimi”, yani kodlarda/şifrelerde saklanan ve online işlem gören bir para birimi. Aynı zamanda “dijital para birimi” ile eş anlamında kullanılan bir terim olan ancak para birimini daha güvenli hale getirmek için kriptografi yöntemlerinin kullanımını ifade eden “kripto para birimi” tabiri de bitcoin için kullanılmaktadır

Enflasyonun yüksek olduğu ülkelerde insanlar varlıklarının değerini koruma peşine düşüyorlar haklı olarak. Bunun bir yolu olarak da bitcoini tercih ediyorlar. Venezuela ve İran buna iki örnek. Venezuela’da bitcoini yasaklamaya kalkmışlar ama baş edememişler. Sonunda Venezuela kendi bitcoinini çıkarmış piyasaya, petro adını vermişler. Petrolden kinaye. İran’da da benzer bir durum hasıl olmuş. İran bitcoin işinin yasal altyapısını da kurmuş.

Dünya sınırsız paraya boğulmuş durumda. Uzmanlar bu gidişin çok büyük bir krize yol açacağını öngörüyor. Ne 1929 büyük buhranı, ne 2008 krizi önümüzdeki kriz için ölçü olamaz, onlar çok küçük kalır diyorlar. Ülkemizde bu krizin alametleri belirmeye başlamış durumda. Bu sebeple insanlar sınırlı varlıklara, altın, gümüş, platin ve blokzincir teknolojisine rağbet ediyor ve önümüzdeki yıllarda bunların çok revaçta olması bekleniyor.

Bitcoin dünyasında merkezi otorite yok. İsteyenler bir araya gelip bir kripto para birimi oluşturabilir ve bunun tedavülü sağlanabilir. Ancak en etkili olanı bitcoin gibi duruyor.

Bitcoin fiziksel bir para biriminden ziyade herkese açık bir muhasebe defteri sistemi olarak düşünülür. Bu sistemde elimize gerçek bir para veya jeton geçmez, onun yerine Bitcoin defterinde bir satır verilir, defterin her bir satırı için -Bitcoin gönderip alabilmek için- bir adres (defterdeki satırın nerede olduğunu gösteren uzun bir sayı ve harf dizisi) tanımlıdır. Bu satırın sahipliği gizli, kriptografik bir özel anahtar aracılığıyla doğrulanır. Bitcoin cüzdanlarında Bitcoinler değil onların bu özel anahtarları saklanır. Bir işlemde Bitcoin kullanmak için yapmam gereken şey kendi Bitcoin adresimi ve ödeme yapacağım kişinin Bitcoin adresini bilmem ve cüzdanımda muhafaza edilen özel anahtarın kodunu girerek sahipliğimi doğrulamam. Şifreleme algoritmaları, sahip olduğum fonlarımı özel anahtara erişmeden kimsenin kullanamamasını sağlar, bu da kullanıcıların özel anahtarlarını gizli (ve genellikle çevrimdışı olarak) tutmalarını çok önemli hale getirir. Şimdiye kadar akla gelebilecek tüm dolandırıcılıklar sistemin sağladığı etkinlik sebebiyle boşa çıkmıştır. Yani her türlü dolandırıcılık önlenebilmektedir.

Bitcoin’in tüm bu sorulara verdiği cevap ve dijital güven oluşturmada devrimsel bir yöntem olan gelişme, blokzincir (blockchain) adı verilen kriptografik bir buluştur. Bu sistemin ayrıntılarına girmeyelim isterseniz. Konuyla ilgilenmek isteyenler internette detaylı açıklamalar bulabilir.

Bitcoin ve benzerleri, büyük kazanç ve kayıplara açık sistemlerdir. Haberlerde kazananları da kaybedenleri de duyuyoruz. Ayrıca bazı işletmeler sattıkları malların bedelinin Bitcoinle ödenmesine imkân vermektedir.

Bu konuları derinlemesine incelemek isteyenlere önerilecek internet siteleri vardır.

Belli ki önümüzdeki yıllarda dijital para birimleriyle daha çok meşgul olacağız. Gecikmeden bu teknoloji ile daha çok ilgilenmek gerekiyor.

Bir sonraki yazı için aklımda kodların silah olarak kullanılması ve büyük veri (big data) konuları var. Kısmet diyelim…

Bir not: Bu serinin ilk iki yazısı robotlar ve genetik konularını kapsıyordu.  Şurada.

Mustafa Fikri Tekelioğlu için bir cevap yazın Yanıtı iptal et

1 Yorum