Susmak mı susmamak mı, yazmak mı yazmamak mı?

Susmak mı susmamak mı, yazmak mı yazmamak mı?

İki buçuk ay kadar önceki son yazımdan sonra garip bir hisse kapıldım. ‘Boşa yazıyorum, boşa konuşuyorum galiba’ dedim kendi kendime. ‘Kendin söyle kendin işit’ hesabı, öylesine bir duygu içindeydim. Ayrıca hadiseler karşısında “ne söylesem az ne söylesem çok” ikilemine düşüyordum. On seneye yakın aksatmadan haftada bir yazmıştım. Benim için müşevvik tek unsur hakikati söylemenin verdiği haz idi. Gazetecilik benim mesleğim değildi, O halde kenara mı çekilmeliydim?

Bu tür duygular içinde günler geçti. Arkadaşlarımdan bazıları niye yazmıyorsun diye sorduklarında bu hislerimi söylüyor ve biraz hüzünlü bir halde ülkenin geleceğine dair endişelerimi ve ümide yer olmadığına ilişkin düşüncelerimi dile getiriyordum. Bana iştirak eden de oluyor etmeyen de oluyordu. Son zamanlarda yazmak ve konuşmak gerekir temalı sohbetlere daha çok şahit olmaya başladım.

Şu sıralar bende gagasıyla ateşe su taşıyan güvercin misali safımı belli etme kaygısı ağır basıyor. Bir de “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” diyen Fuzuli’nin serzenişi yakamı bırakmıyor.

Netice olarak safımı belli etmeye karar verdim. Gagamdaki suyun ateşe bir tesiri olur mu, bilmiyorum. Dedim ya, safım belli olsun.

Demokratik tavırlardan ne çok uzak düşüyor şu sıralar bizi yönetenler. Demokrasiden demiyorum, onu zaten geçtik, ama demokratik edadan uzaklaşmak ayrı bir eğilime işaret ediyor.

Bugünlerde beni yazmaya zorlayan hadiselerden birisi Ankara’daki Somalili esnafların maruz kaldığı ırkçı muamele. Hem de devlet ve hükümet eliyle.

Bu insanların hak ve hukukuna sahip çıkan İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu’na, kendini bilmez, Memati mukallidi bir polis memurunun davranışı herkesi derin derin düşündürmelidir. En başta da “her türlü ırkçılık ayaklarımın altındadır” sözlerine sahip çıkanları… Olayın detaylarını Yıldıray Oğur’un Karar Gazetesindeki yazısından izleyebiliyoruz.

Bu polis devleti anlayışının karşısına çıkması gerekenler var.

Her şeyden önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hesap sormalı. Hesap soracağı kimse belli… Uygun bulursa…

TBMM Başkanının şimdiye kadarki tutumuna bakılacak olursa ondan ümitvar olmak için hiçbir sebep gözükmüyor. Bir polis, bir milletvekiline “Ahlaksız, sus lan, adam gibi konuş, haddini bileceksin, senin gibi tiplere ne olacağı belli” diyecek ve Meclis Başkanı hiç ses vermeyecek… Bu ne haldir Allah aşkına…

Ak Parti’de hala haksızlıklar karşısında üzüntüye kapılanlar olduğu belli. Onların hiç değilse bu münferid hadise karşısında bir tavır belirlemeleri lazım.

Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Somalili ve Etiyopyalı kimselerin işyerlerine mafya usulü baskınlar karşısında TOBB’un ve esnaf teşkilatlarının söyleyeceği bir şeyler var mıdır dersiniz.

Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının nasıl işe yaramaz hale getirildiği bu hadise ile açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Bir zamanlar bu tür haksızlıklar karşısında yeri göğü inleten, yürüyüşler tertip eden bir sivil toplum kuruluşu var mı ortalıkta?

İnsan ister istemez Amerika’daki ve Afrika’daki ırk ayrımcılığı uygulamalarını hatırlıyor. Türkiye’nin önemli bazı kuruluşları böyle bir anlayışın pençesine düşmüş gibi. Hukuka saygı diye bir tavır yok bunlarda. Buradan çıkışın bir yolunu bulmak zorundayız. Bu zorba anlayış değişmezse ilerde biz de bir Mandela, bir Malcolm X arayışına girebiliriz.

Mustafa Yeneroğlu, uzun zaman Almanya’da yaşamış ve oradaki Türklere karşı ayrımcılık yapanlarla mücadele etmiş bir milletvekilidir. Şimdi Somalili veya Etiyopyalı üstelik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kimselere karşı uygulanan vahşi ayrımcılıkla mücadele etmesi tabiidir. Onu bu mücadelesinde yalnız bırakmak olmaz.

Hangi safta durduğumu anlasın bigâne bilsin âşinâ…

mtekeli35@gmail.com

@mtekeli35

Join the discussion