Ak Parti’nin 21 yılı: Başarılar ve kaçırılan fırsatlar

Ak Parti’nin 21 yılı: Başarılar ve kaçırılan fırsatlar

Tarihimizde önemli dönüm noktaları vardır. Çok eskiye gitmeyelim. 1950 seçimleri ile uzun süren tek parti yönetimine son verilirken önemli bir dönemeci alıyorduk. Türkiye’nin bugün hala zaaflarla dolu sosyal ve ekonomik hayatında tek parti döneminin baskıcı ve dayatmacı anlayışının derin izlerini görüyoruz. Demokratikleşmedeki ayak sürümeler hep o dönemin izleriyle doludur. Bunun en önemli göstergelerini her kademedeki eğitimi bir türlü makul bir rotaya oturtamayışımızda arasak yeridir. Zira bugün hala en önemli sorunumuz eğitimdir.

Demokrat Parti halk nazarında bir ümidin ifadesiydi. O ümidin ne kadar hayata geçtiği ayrı bir hikayedir. Fakat Demokrat Parti’nin hakkıyla yerine getirdiğini söylemek zor olsa da o ümidin hayata geçme ihtimali bile birilerini ürküttü ve yeni bir dönüm noktasına doğru sürüklendi Türkiye.

1960 ihtilali yakın tarihimizin bir diğer önemli dönemeci olarak tarihteki yerini aldı. Türkiye kötü bir alışkanlığın içine sürüklendi. 1971 ve 1980 kalkışmaları 1960’tan gelen bir anlayışın iki farklı tezahürü oldu. Halk iradesi hep ikinci plana atıldı. 1965’te ihtilale reaksiyon olarak Adalet Partisini, 1983’te Özal’ın Anavatan Partisi’ni bir ümit nişanesi olarak iktidara getiren halkın 1973-80 arasındaki koalisyonlarla bezeli arayışlarını da not etmek gerekiyor.

28 Şubat’ın boğucu havası da bir dönüm noktasına işaret ediyordu. Arayışlar Ak Parti’nin kuruluşuna giden yolu açtı. Bu keskin bir dönemeçti ve Türkiye’yi neredeyse iki yüzyıldır aramakta olduğu düzene kavuşturma potansiyeline sahipti. Ayrıca katı Kemalist uygulamalarla yok edilen iç barış da temin edilebilecekti. Toplumun her kesimini kucaklamak ve kapsayıcı olmak isteyen bir yönetim vardı ufukta.

Ak Parti kuruluşundan 14 ay sonra yapılan seçimde iktidar olmayı başardı. Ortak akılla meydana çıkan sinerjiye Tayyip Erdoğan’ın karizmatik liderliği de eklenince ümitler çoğaldı. Pek çok ilke imza attı Ak Parti. Büyük başarılar elde etti.

12 Eylül Anayasası yargıyı Danıştay ve Yargıtay ile, Meclisi   Anayasa Mahkemesi ile, Hükümeti Milli Güvenlik Kurulu ile, Üniversiteleri YÖK ile denetim altında tutmayı amaçlamış, buralarda istenmeyen bir durum hasıl olması halinde de son kontrol noktası olarak Cumhurbaşkanını fonksiyoner kılmıştı. Bu kurumlardaki üye seçiminde TBMM’nin iradesi çoğu kere göz ardı ediliyordu. Hesaba göre Cumhurbaşkanı hep 12 Eylül anlayışında birisi olacaktı. Bu anlayışa ilk darbeyi Turgut Özal vurmuştu. Daha sonra 28 Şubat’ta askerler kurulan düzenin bozulacağı kaygısıyla olmadık işlere kalkışmışlardı.

İşte Ak Parti bu düzenle uğraşarak Türkiye’yi adım adım daha demokratik bir yapıya kavuşturmanın mücadelesini verdi. Halk iradesini göz ardı eden bir düzeni, isterseniz vesayet düzenini diyelim, demokratik düzene dönüştürmenin kolay olmayacağı belliydi.

Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği Türkiye’nin demokratikleşme ve reform gayretlerine destek çıktı. Liberal ve sol gruplardan da Ak Parti’nin programına destek verenleri zikretmemiz lazım. Ak Parti’nin bu adımları, işbaşında ehliyet ve liyakat sahipleri de olunca, içte ve dışta esaslı bir güven ortamı hasıl etti. Bu güvenle hem içerdeki yatırımcılar hem dışardan gelen yatırımcılar ekonominin büyümesine ve sağlıklı gelişimine katkıda bulundular. Halkın refah seviyesi artarken milli gelir ve dolayısıyla fert başına gelir artmış oldu. 2007 Cumhurbaşkanlığı seçiminde 12 Eylül anlayışının Cumhurbaşkanı seçtiremeyeceği belli olunca Türkiye yeni bir kaosun içine itilmekle yüz yüze kaldı.

Neyse ki Ak Parti camiasının basireti ve Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül’ün kararlı duruşu sayesinde Türkiye bu karmaşık ortamı savuşturdu. Hem cumhurbaşkanını seçti hem de cumhurbaşkanını bundan sonra halkın seçmesini sağlayan düzenlemeyi hayata geçirdi. Arkasından son bir hamle ile Ak Parti’ye kapatma davası açanlar yine amaçlarına ulaşamadılar.

2008-2009 küresel krizi Türkiye’yi yavaşlatsa da demokratik adımlar devam etti. Türkiye’nin bölgesel bir güç olurken daha çok yumuşak güç stratejilerine sarılması meyvelerini veriyor ve Türkiye tabii olarak birçok alanda örnek alınabilir bir ülke haline geliyordu. Arap Baharı biraz da Türkiye’nin attığı adımların o dünyada yarattığı etkinin sonucu değil midir? Türkiye’deki özgür ortamı Araplar da solumak istiyorlardı.

Ak Parti bütün bu adımları atarken ortak aklın ve bilimsel anlayışa sarılmanın neleri başarabileceğini de göstermiş oluyordu. Ortaya çıkan sinerji kartopunu büyüttükçe büyütüyordu.

Türkiye hem ekonomik anlamda gelişiyor hem de önemli sorunlarını çözmek için cesaretle davranıyordu. Fert başına geliri yaklaşık 13 bin dolarla dünya ortalamasının üzerine çıkıyor, belki daha önemlisi her alanda güven veren bir yapıyı vadediyordu. Kürt sorununu bir çözüme kavuşturmak için cesaretle adımlar atıyor, her alanda eşit vatandaşlık umdesini hayata geçirmeye gayret ediyordu. Sıra yapısal reformları daha da ileriye götürmek için atılacak adımlara gelmişti.

Gezi olayları Türkiye için değilse bile Ak Parti için bir dönemecin adı oldu. Küçük bir grubun iyi niyetli gösterisi azgın grupların eline geçince çığırından çıktı. Bu da Ak Parti içinde gerilime sebep oldu. O ana kadar karşılaştığı krizleri ortak akılla ve sivil toplumun desteğiyle aşmayı başaran Ak Parti, Gezi olaylarını aynı soğukkanlılıkla ele almakta zorlandı.

2014 Cumhurbaşkanlığı değişimi ile Ak Parti bir kadro hareketi olmaktan çıkıyor ve tek adam profili ağır basan bir anlayışa adım atıyordu. Beklenen husus Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül ikilisinin yaratacağı sinerji ile Türkiye’nin devam etmesiydi. Bu olmadı. Tayyip Erdoğan istemedi. Abdullah Gül, İslam âlemindeki iç çekişmelerin o ülkelere ne kadar zarar verdiğini bildiği için “inşallah arkadaşlar iyi bir yönetim gösterirler” dedi ve çekişmeye girmedi.

Tayyip Erdoğan’ın karakterini bildiğini zannettiğimiz Ahmet Davutoğlu, ortaya çıkması muhtemel anlaşmazlıkları bir türlü hallederim anlayışı içinde başbakanlığa evet diyor ancak başbakanlığı ciddi olarak yapmaya kalkması Tayyip Erdoğan’ı rahatsız ediyordu. Artık ortada başbakanla cumhurbaşkanının çekişmesi konuşuluyor, ortak akıl neredeyse hükmünü kaybediyordu.

Sonra bir iç müdahale ile Davutoğlu başbakanlığı bırakıyor, yerine her şeye evet demeye hazır Binali Yıldırım geliyor, böylece Türkiye tek adam dönemine ayak basmış oluyordu.

250’den fazla şehidin acısını hala yüreklerimizde hissettiğimiz 15 Temmuz 2016 ihaneti ya da darbe teşebbüsü Türkiye’nin siyasi tarihinde bir başka dönüm noktasının başlangıcını oluşturuyor, 2017’deki anayasa referandumu ile dönemeç tamamlanıyor ve belirsiz bir istikamet görünüyordu. Bu istikamet zamanla denge ve denetlemenin olmadığı, yasama, yürütme ve yargının neredeyse tek elde toplandığı, Meclisin asli fonksiyonunu kaybettiği bir yönetim şeklini işaret ediyordu. Rasyonalite bütünüyle terk etmişti bizi. MHP aklı ile yol almaya başlamak Ak Parti için ne büyük bir talihsizlikti.

Bugün Türkiye, 2014’e göre hangi noktada? Buna karar verirken ele alınan kriterlere göre cevabın değişken olacağını biliyorum. Evrensel demokrasi, özgürlük, hukuk ve yönetim standartlarıyla başı hoş olmayanların mevcudiyetinin de farkındayım. Onların işi zor. Savunma sanayii ve fizibilitesi olmayan altyapı yatırımlarındaki kısmi başarıları her şeyin önüne koyacaklar olduğunu da göz ardı etmiyorum. Ancak yukarda saydığım kriterlere göre bir hayli gerilerde olduğumuzu üzülerek söylemek zorundayız. Bu kriterleri umursamayabiliriz. Ancak unutmayalım ki Türkiye’de iş yapmak, yatırım yapmak isteyenlerin önüne yaramaz danışmanlar önce bu kriterleri koyuyorlar. Hukuksal öngörülebilirlik olmayan yerlere de pek iyi gözle bakmıyorlar. Ondan sonra da biz %12 gibi fahiş faiz oranlarıyla döviz borçlanmak zorunda kalıyoruz. Zaten borcu borçla döndüren bir ülkeyiz ama borçlanma maliyetimiz büyük bir hızla artıyor.

2023 hedeflerinden bahsetmek anlamsız hale gelmiş durumda. Şimdi 2053 vizyonuyla teselli arıyoruz. Bırakın dünyada ilk on ekonomi arasına girmeyi 2012’lerdeki on yedincilikten yirmi birinciliğe gerilemiş vaziyetteyiz. Eğitim alanı zaten çıkmaz içinde. Chip üretimi için Türkiye’de yatırım yapmaya davet edilen Intel “sizin OECD PISA skorlarınız düşük” diyerek olumsuz cevap veriyor.

Cumhuriyet değerleri herkesi kucaklayıcı ve kapsayıcı olamadı. Bunun sıkıntısını çok çekti Türkiye. Ak Parti başlangıçta bu iddia ile yola çıkmıştı. O yolda da epey mesafe kat etti. Ancak Ak Parti’nin sonradan kullandığı kutuplaştırıcı dil buna mâni oldu. Siyaset dilinin belki herkesi kucaklaması beklenemez ama yine de temel değerlerde böyle bir kapsayıcılık yolundaki ilerleme duraklamadan devam ettirilebilirdi, olmadı. Bunun yerine dinin araçsallaştırılması pek çok kimseyi dinden uzaklaştırdı. Gençler arasındaki din soğukluğunun sebeplerini başka nerede aramalı?

Ak Parti’nin kaçırdığı büyük fırsat anayasa referandumuyla ortaya çıktı. Ak Parti evrensel standartlarda bir demokrasiyi tesis etmek yerine otoriter bir anlayışa doğru evrilmesi muhtemel bir düzene sarıldı. Bu çok önemli bir fırsattı. AB ile ipler kopma noktasına doğru gitti. Daha sonra Avrupa Konseyi demokrasiyle bağdaşmayan kararları sebebiyle Türkiye’yi yeniden denetime aldı.

31 Mart ve 23 Haziran yerel seçimleri Ak Parti’yi ikaz babında önemli sonuçlar doğurdu. Bu seçimlerin muhasebesi yapılmadı Ak Parti’de. Ak Parti çevrelerinde “İstanbul’u kaybetmek Türkiye’yi kaybetmekle eşdeğerdir” söylemi çok konuşulurdu ama sonradan hiç hatırlanmadı.

Şimdi Türkiye hukukun yerlerde süründüğü, ekonominin can çekiştiği, özgürlükler yerine baskıcı bir anlayışın hâkim olduğu, bilimsel anlayışın hiç gözetilmediği bir garip ülke oldu. Fırsat kaçmıştı bir kere.

Öyle ki baş edilemeyen enflasyonu marketlere talimatla fiyat düşürterek aşağı çekebileceğini zanneden, ilkel yöntemlerden fayda uman bir anlayışın içine yuvarlanıyoruz. Mevduat faizini %14’e indirerek faizin zararlarından kurtulmayı ümit ediyoruz ama kredi faizlerinin %35-40 olmasını hiç umursamıyoruz. %80 enflasyonla mevduat faizlerinin bir anlam ifade etmeyeceği ortadayken kur korumalı mevduat gibi oyuncaklarla fakirden alıp zengine vermeyi marifet sayıyoruz.

Ak Partinin iktidardaki 20 yılını 10+10 olarak sınıflamak galiba daha iyi olacak. Biri başarılarla, diğeri kaçan fırsatlarla dolu. Ak Parti için çıkış yolu var mı? Bence var… Bunu temenni ediyorum…

MSK için bir cevap yazın Yanıtı iptal et

1 Yorum