Deprem gerçekleri duygusal yönümü törpülemeye başladı…

Deprem gerçekleri duygusal yönümü törpülemeye başladı…

Maraş depremi hafızalarımıza pek çok yönüyle kazındı. Çok duygulandık. Gözlerimizi yaşartan pek çok olay oldu. Tek bir sitede iki yüz elliden fazla canın kaybolması bana eyvah dedirtti. Baştan sona harap olmuş caddeleri görünce aman Allahım dedik. Yakınlarını enkaz altından çıkaranlarla beraber göz yaşı döktük. Enkaz başında sevdikleri canlı çıkar ümidiyle, nerde kaldı bu kurtarma ekipleri diyerek ellerini duaya açmış analarla babalarla çocuklarla biz de duaya koyulduk. Canlı çıkan her masumu gördükçe sevinçten gözlerimiz doldu.

Enkaz arasında gördüğümüz bir fotoğraf, bir oyuncak, bir kitap herkeste benzer duygular hasıl etti. Yıkıntıların başında yakılan ateşte ısınmaya çalışanları gördükçe bizim içimiz üşüdü.

Depreme uğrayanların acil ihtiyaçları için hemen seferber olan insanlara doğrusu gıptayla baktım. Deprem bölgesine ulaşmanın zorluklarına aldırmadan işe yarayabilecek ne bulduysa arabasına atıp Türkiye’nin dört bir tarafından yola koyulanlara içimden dualar ettim. AFAD çalışanlarına ve gönüllülerine haykırarak haydi koşun demek istedim. İHH gibi sivil toplum kuruluşlarının geniş bir alana yayılan deprem mağdurlarına yetişmesini temenni ettim.

Televizyonlardaki bağış kampanyasında yapılan o küçücük bağışlar var ya işte onlar benim gözlerimi yaşarttı. Hiçbir hesaba girmeden varını bağışlayan o insanlar, çocuklar, gönlü yanıklar… Ne güzeldi… Bir de devlet kuruluşları vardı koca koca rakamlarla boy gösteren. O rakamlar zaten halkın birikimi değil miydi? Tam bu sırada bir türkü geldi aklıma. “Aslı yok yaylasında on bin koyunum var benim/ Herkes kesesinden yesin içsin ziyafetim var benim”

Bazı ilçe ve köylere acil yardımların çok geç ulaşması hepimizi üzüntüye boğdu. Hatay’ın merkezinde vali konağının bulunduğu yerdeki binalara bile ancak üç dört gün sonra ekiplerin gelmesi kimi kahretmez ki… Sadullah Ergin anlattı bunları. Zaten artık gelenler de ölmüş bedenlerle karşılaştılar. Vaktiyle müdahale edilse kurtarılabilecek olanlar belki de donarak öldüler. Oysa böyle bir felakette ilk saatler önemli diye öğretmişlerdi hocalar…

Gün geçtikçe depremin ne büyük bir yıkıma sebep olduğunu daha iyi fark ettik. Niye böyle oldu diye geçti içimizden. Nerede hata yapıldı? En çok da acil müdahaledeki koordinasyonsuzluk yaktı içimizi. Pek çok insan kurtarılabilirdi enkazdan. Ancak işin ehli kurumların enkaza bir an önce müdahalesini sağlayacak adımlar atılamadı. Belli ki bir kaos içine düşmüştü yönetim. İlk birkaç günden sonra toparlanıldı ama pek çok kimse zaten enkaz altında can vermişti…

Madenciler ancak otuz saat kadar sonra sahaya intikal edebildi. Oysa uçak temin edilebilir ve madencilerin bir an önce enkazlara el atması sağlanabilirdi. AFAD bu konuyu bundan sonraki muhtemel depremler için yeniden çalışmalı.

Benim duygusal tarafımı törpüleyen mesele biraz karışık. Önce şunu vuzuha kavuşturmak geçiyor içimden. Yıkılan binaların çoğu 1999 öncesi yapılar diye bir iddia var. Yani deprem yönetmeliğine harfiyen uyuldu ve o binalar yıkılmadı savını barındırıyor içinde. Durumun böyle olmadığı o kadar açık ki… Mesela Adıyaman’da 1999 sonrası yapılan kamu binalarının bile ancak %70’i ayakta kalabilmiş. Varın kamu binaları dışındakileri hesap edin. Bir an diyelim ki yıkılan binaların %98’i iddia edildiği gibi 1999 öncesi yapılmış olsun. Peki, bu ülke yönetiminin yıkılan bu binalarda sorumluluğu yok mu? Madem o binalar çürüktü, deprem olursa yıkılması muhtemeldi, niye bunlar için bir tedbire müracaat edilmedi?  Konuşanlar, bu saçma iddiaları dile getirenler hiç düşünmezler mi? Aman Allahım… O çürük binalarda oturan insanların kaybından kendilerini hiç mi sorumlu tutmazlar? Niçin o binalardakiler için, kentsel dönüşüm mü, başka bir tedbir mi, düşünülmedi?

Bunlar aklıma gelince diyorum ki yok hayır, bu zihniyetle bu işin altından kalkılamaz, köhnemiş anlayışı yenisiyle değiştirmek ve yepyeni bir mantıkla işe koyulmak gerek. İnsan onurunu esas kabul eden, her türlü canlının hayatını başka her türlü kaygının ötesinde gözeten bir duyarlılık…

“Yıkılan binalar yerine yenileri için yakında ihaleye çıkıyoruz” diye bir haber gördüm. Belli ki fay hatlarını yeniden değerlendirip yeni tasarım kriterleriyle yapılmış plan proje yok ortada. Oysa kırılan fay hatlarının ortaya çıkaracağı zemin ivmeleri yeniden değerlendirilmeden yapılacak yer seçimleri ve tasarımlar çok büyük tehlike yaratabilir. Yer bilimleri uzmanları yeni tasarım kriterlerini tespit etmeliler önce. Nitekim Prof. Naci Görür de bu noktaya şu sözlerle dikkat istiyor: “Bölgenin tümünde mikro-bölgeleme çalışması yapmadan yerleşim alanları için yer seçilmemeli ve inşaata başlanmamalı.”

Deprem faciası bize ders olsun mu? Olsun…  Evet, olsun. Böyle faciaları önlemek için ne gerekiyorsa yapacağız diyenler çoğalıyor.  Peki, ne yapılmalı? Ne yapılması gerektiğini kime soralım? Ne yapılması gerektiğini kim tayin etsin? Yapılacakları kim belirlesin? Bunlarla ilgili çalışmalarda hangi kıstaslara başvuralım? Bu soruların cevabı hem kolay hem zor. Kılavuz bilimsel anlayış ise iş gerçekten kolay.

Bir önemli nokta daha var. Avrupa Birliği normları “ne yapılmalı” sorusuna cevap arayanlar için gerçekten bir imkândır. Bunları Türkiye’deki mevzuatla eşleştirmek bize kolay bir çözüm sunar. Fakat bütün bunların birkaç ön şartı var: Liyakati, önceden tayin edilmiş prensipler etrafında herkese eşit şekilde uygulamak suretiyle gözetmek. Hukuk devleti olmanın gereklerini yerine getirmek…

Toplumumuz şu sıralarda fiziki depremlerle boğuşuyor. Üstüne bir de, ne derseniz artık, organizasyon, koordinasyon, eşgüdüm depremi yaşadık. Bu depremler aslında ahlaki bir depremin sonuçları… Her şeyin başı ahlak anlayışını hayata hakim kılamamanın sonuçları… Bilimi dışlamanın sonuçları… Müslümanlık iddiasıyla ortalığı kasıp kavururken ‘Müslümanca bir şehir anlayışı var mıdır, nedir esasları, estetik bir kaygıyı barındırır mı içinde’ diye bir sancıya sahip olamamanın sonuçları… Şehirleşme deyince TOKİ anlayışının ötesine geçememenin sonuçları… Turgut Cansever gibi bir bilgeden hiçbir anlayış süzememenin sonuçları…

Şimdi aklım bundan sonraki muhtemel depremlerde… Hazırlığımız var mı? Yöneticilerimiz duygusal konuşmalarla, hamaset dolu nutuklarla mı hazırlanacaklar yoksa deprem gerçekleriyle yüzleşmeyi bilecekler mi? Tenakuza düşmek istemem. Yukarda bize yepyeni bir anlayış lazım demiştim ya… O sözümün üstündeyim…

mtekeli35@gmail.com

@mtekeli35

Join the discussion